ISINSU'DAN BIR ROMAN TAHLILI DAHA: ''BAYRAM''


   Bayram


   IŞINSU, Emine, Bayram, Elips Kitap Yayınları, 2005

   Romanın İncelenmesi

1.      Olayın (vakanın) İncelenmesi

   Olay, 1353’lerde Ankara’nın Solfasol köyünde, yaz aylarında günlerden bir gün içerisinde başlar. Ahmet, Açça deresine çamaşır asmaya giden karısını bekliyordu. Hamile olan eşi Nazlı, orada olağanüstü bir olay yaşadı. Derinlerden bir ses duydu. Bu ses doğacak olan oğlunun yüksek mertebelere ulaşacağını, onun sufi olacağını, çok değerli olacağını söylüyordu. Nazlı çok korktu. Önce eşi Ahmet ona sesleniyor sandı ama yanılmıştı. Bir başına orada duramadı ve kocasının yanına doğru koştu. Ahmet’e olanları anlattı ve ona şaşkınlığını anlattı. Aylar sonra oğulları Numan dünyaya geldi. Gerçekten de Numan çok çabuk öğreniyordu. Annesinin gözünde bambaşkaydı. Sürekli okuyor, araştırıyordu. Köyde Meczup Ali adında bir dervişten bilgiler ediniyor, onun ne kadar kitabı var ise okuyor ve kendisini geliştiriyordu. Numan’ın Safi ve Murat adında iki kardeşi dünyaya geldi. Annesi için Numan her zaman bambaşkaydı. Numan’ı kardeşleri örnek almaya başlamıştı, özellikle de Safi onun gibi olmak istiyordu. Numan, tahsil yapma isteğini içinde daha fazla tutamadı ve bu durumu anne ve babasına aktardı. Önce ondan ayrılmak istemeyen aile daha sonra çocuklarının okuma isteğine karşı koyamadı ve onun Ankara’da öğrenim görmesine karşı çıkamadılar. Numan’ın Ankara’da en büyük yardımcısı Bekir ağabeyi oldu. Onunla aynı odayı paylaştılar ve Numan ağabeyinden çok şey öğrendi. Daha sonra çok sıkı arkadaş oldular. Numan derslerini başarı ile verdi. Bu okuldaki hocalarının ve Bekir ağabeyisinin dikkatini çekti ve ona daha çok destek olmak istedi. Bekir ağabeyi ile sık sık dertleşirlerdi. Bekir’in sevdiği bir kız vardı faka annesi ona kardeşim dediği Zehra’yı uygun görmüştü. Bekir aşkını kalbine gömerek Zehra ile evlenmeyi kabul etti. Onu ileride seveceğini düşündü ve kimseyi de kırmak istemedi. Okul tatile girmişti ve Numan çok özlediği köyüne geri döndü. Orada ilk karşılaştığı Meczup Ali ağabeyi olmuştu. O, Numan’a gönlün aşka düşecek dedi, fakat Numan aldırmadı. Eve gitti, sevinçle karşılandı. Numan çeşme başına gittiği vakit bir kızla karşılaştı. O kadar güzeldi ki ona orada vuruldu. Meczup Ali’nin ne demek istediğini o an anlamıştı. Annesinin yanına gidip Bekir ağabeyi için bir kız gördüğünü, onun kim olduğunu öğrenmeye çalıştı. İsmi Gülçiçek’ti. Annesi kendisi için istediğini fark etti. Numan’ın ısrarları üzerine Gülçiçek’i ninesi Rahime’den istemeye gittiler. Numan’ın Gülçiçek’e olan sevdası köyde ün etmişti. Herkes  bu aşkı konuşuyordu, dilden dile dolaşmıştı. Fakat Rahime nine annesini tersleyerek evden gönderdi. Numan bunun üzerine aşkından hasta oldu. Bu sırada Bekir annesinin uygun gördüğü Zehra ile evlendi ve karısı hamileydi. Numan’ın kötü olduğunu duyunca köye geldi. Onu tekrar okula dönmesi konusunda telkinledi. Fakat üzücü bir olay yaşandı. Meczup Ali ateşlendi ve vücudu yenik düştü, onu kaybetmişlerdi. Numan Ali ağabeyisinin mezarının başında kırk gün Kur’an-ı Kerim okuduktan sonra tahsiline devam edeceğini söyledi. Ankara’ya dönmeden ise annesinin ve babasının uygun gördüğü Meryem isimli kızla evlendi. Gülçiçek, zengin birisiyle evlendirilmişti bile. Onun verdiği mendili annesine bıraktı ve Meryem ile Ankara’ya yola çıktılar. Bekir ve Zehra’nın bebekleri dünyaya gelmişti, Mehmet bebek onlara ilaç olmuştu. Bu sırada Meryem de hamile kaldı. Numan’a ilaç gibi gelmişti fakat anne karnındayken yaşamını yitirdi. Daha sonra Meryem tekrar hamile kaldı ve yeni doğan bebeklerine babası Ahmet’in ismini vermeyi uygun gördüler. Numan, artık üniversitede hoca olmak istiyordu ve sınava tabii tutuldu. Sınavda bir tek soruyu bilemedi, sınavdan çıktıktan sonra hatırlaması ise onu çok üzmüştü. Eve gitmeye korkuyordu, Gülçiçek olsa gider ona sarılır ağlardı fakat eşi Meryem’den çekiniyordu. Numan kendi yolunu çizecekti. Gerçek yolun bu olmadığı kanısına vardı. Dervişlerden yardımlar alarak kendini daha da geliştirmeye adadı. Mekke ve Medine illerini gördü artık o sevilen bir mürşit olma yolunda ilerliyordu ve olmuştu da. Artık huzurluydu ve gözü arkada kalmayacaktı. Sevdikleri ile son gecesini huzurla geçirdi. Bayram’ın hayatı bu şekildeydi, zorluklarla geçen uzun yolun sonucunda huzura erdi.

2.      Kişi Kadrosu

a.      Asıl Kişiler

   Numan: Nazlı ve Ahmet’in biricik oğulları. Çok saygılı, öğrenmeyi ve okumayı çok seven, çevresindeki insanlara karşı hoşgörülü, çalışma azmi ile yanıp tutuşan biri.

   Nazlı: Ahmet’in çok sevdiği karısı. Hoşgörülü üç çocuk sahibi bir anne. Sevdiklerini hiçbir zaman üzmeyen ve her koşulda onların yanında olduğunu hissettiren bir tip olarak karşımıza çıkar.

   Ahmet: Nazlı’nın eşi. Çok saygıdeğer bir baba. Çevresi tarafından sevilip, sayılan, hatırı sayılır bir kişi. Halinden, hayatından oldukça memnun.

   Safi: Numan’ın kardeşlerinden biri. Onu her zaman örnek alıp onun yolundan gitmiştir. Çalışkan ve azimlidir

   Murat: Numan’ın diğer kardeşi. Safi ve Numan’a göre bilgiye çok fazla aşık değildir. O daha çok babasını örnek almayı seçer. Ailesine bağlıdır. Biraz kıskanç olduğu da görülür.

   Bekir: Numan’ın biricik ağabeyi.  Sevdiklerini hiçbir zaman kırmak, üzmek istemez. Onların her zaman arkasında olur. Numan’ı çok sever ve onunla sıkı dostturlar. Annesi onun için çok değerlidir.

   Zehra: Bekir’in eşi. Tasfirlere göre çok güzel bir kız. Saygılı ve sevdiğine bağlı.

   Gülçiçek: Kendini yükseklere layık gören Numan’ın gözü ile dünya güzeli kız. Onun aşkına bir mendille karşılık vermesinin nedeninin ona acıdığı için olduğunu belirtir. Çok kibirlidir ve sadece maddi kısma değer verir.

   Meryem: Numan’ın anne ve babasının onun için uygun gördüğü ve evlendiği kızdır. Kara kaşlı, kara gözlüdür. Ona köyde kara kız derler. Çok sessiz, sakin bir o kadar da uyumludur.

b.      Yardımcı Kişiler

   Rahime Nine: Gülçiçek’e bakıp büyüten ninesi. Maddiyata önem verir. İnsanları küçümser.

  Meczup Ali: Numan’ın yetişmesinde etkili olan, onu eğitime yönlendiren çok sevdiği, saydığı ağabeyi. Köylüler tarafından çok sevilir, sayılır. Değerli birisidir.

   Ali amca: Köydeki bilgili alim kişilerden sayılmaktadır. Çevresi tarafından sevilir ve takdir edilir.

   Mehmet bebek: Zehra ve Bekir’in bebekleri.

   Ahmet bebek: Numan ve Meryem’in ikinci bebekleri. İlki Nazlı bebektir, fakat vefat eder.

c.       Kişiler Arasındaki İlişkiler

   Nazlı – Ahmet: Birbirine çok uyumlu iki çifttir. Karı koca birbirinden habersiz, birbirine danışmadan hiçbir iş yapmazlar. Evlatlarını el üstünde tutup değer vermişlerdir.

   Numan – Gülçiçek: Numan, Gülçiçek’e deliler gibi aşık olmuştur fakat karşılığını bulamaz ve hastalanır. Gülçiçek onu küçümser ve aşağılayıcı sözler söyler. Numan, evlenmesine rağmen Gülçiçek’i, ona olan sevdasını, aklından çıkaramaz.

   Numan – Bekir: Birbirlerine derinden bağlı iki dost, arkadaş. İlişkileri önce abi- kardeş derecesinde başlamış ve çok sıkı iki dost olmuşlardır.

3) Olayın Geçtiği Mekanlar

Olay Bolu- Söğütler köyü, Ankara’da geçmiştir

4) Zaman

Romanda geçen zaman, 1353 yaz ayları günlerden bir gün olarak belirtilmiştir.

5) Anlatıcının Bakış Açısı

   Anlatıcı, hakim bakış açısıyla romanını yazmıştır. Bunu, anlatıcı olayların içerisinde yer almamasından,  olaylara dışarıdan müdahale etmeden ve geniş bir perspektiften bakmasından, kişilerin zihinlerinden geçenleri, geçmişte yaşadıklarını, en gizli mahrem bilgilerini bile bütün ayrıntısı ile bilmesinden anlıyoruz.

6) Dil ve Anlatım Özellikleri

a. Anlatım Türleri

   Romana hakim olan anlatım türleri, betimleyici, öyküleyici, coşku ve heyecana bağlı ve söyleşmeye bağlı (diyalog) anlatımlardır.

b.Dil ve Üslup Özellikleri

Açıklık, duruluk, akıcılık ve yalınlık hakimdir.

      7) Romanın Türü
   Romanı tek bir roman türü içerisinde değerlendiremeyiz. Roman, konusunu tarihten alması veya olayın tarihte yaşanmış gibi anlatılması aynı zamanda romanda geçmişin yaşantısı, kıyafeti ve düşünce yapısı yer alması dolayısıyla bir tarihi romandır. İlaveten toplum yaşamını veya toplumdaki olayları konu edinmesi toplumda yer bulan olgu ve olayları, gelenek ve görenekleri ele alması bakımından da sosyal roman özelliğini taşır.

       8) Romanın Konu ve Teması

   Konu: Numan’ın kendi benliğini arayışı ve yolunu çizerken geçirdiği maceralar romana konu edinilmiştir.

   Tema: Bayram’ın içerisinde bulduğumuz tasavvufun en uç noktalarından biri olan Hacı Bayram Veli’nin hayatının bizlere aktarıldığı bir romandır.

        9) Tasavvuf

   Romanda geçen tasavvufi unsurlara değinmeye başlayalım.

   Tasavvuf denilince akla gelen namaz, oruç, dua, ölüm gibi dini terimlerin romanda dile getirilmiş olması kaçınılmazdır: ‘…Kadınlar, köyün ereni İzzettin Hocaya okutmasını tavsiye ediyorlardı. Gerçi koyunluca Ahmet, beş vakit namazını kılar, orucunu tutardı ama böyle okumaymış falan filan hiç inanmazdı…’ syf 12

‘…Meczup Ali’nin adetiydi, sabah ezanı daha başlarken, köyün bütün evlerini bir bir dolaşır, elindeki sopayla güm güm kapıları vurur; ‘Müslümanlar haydin namaza!’ diye bağırırdı. Bu işten tedirgin olanlar vardı elbet ama kimse, sanki sabah namazı kılmayacakmış gibi görünmek istemez, bu sebepten Meczup Ali’ye bir şey söyleyemez, bazıları ise ona dua ederlerdi: ‘Şu Meczup olmasa uyanamayacağız, Allah ondan razı olsun…’ syf 20

‘…İnsanların çocukları olmazsa ne kadar üzülürler, bilir misin, bak sen doğdun, sonra Safi geldi, biz babanla ne kadar mutlu olduk. Deden çok ihtiyarlamıştı zaten, hep ibadet yaptığı için de, Allah onu mutlaka cennetine koyar, cennet çok güzel bir yerdir, orada mutlu olacak. Sana düşen böyle korkup üzülmek değil, mezarının başına gidip yahut gece yatağında dualar okumak. O seni görür, bak torunum bana dua okuyor diye sevinir Numan’cığım, senin de için ferahlar Öyle yap, hadi istersen bugün beraber gidelim ona, gelinim de dua ediyor, diye sevinsin…’ syf 27

   Tasavvufta ‘40’ ve ‘70’ sayılarının anlamı çok derindir. ‘İlm-i ledün’ de denilen Hz. Musa Tanrı’dan gizli ilimleri alır ancak bunları herkese söylemez. Kırk ila yetmiş kişiye öğretmiş. Bu sayıların anlamı buradan doğmaktadır. Romanımızda Işınsu şöyle bahseder: 

‘…Nihayet çocuğun ayı doldu, kırkına az kaldı, kadınlar, ‘Kırkı geçsin düzelir.’ diyorlardı, Nazlı bütün umudunu kırkına bağlamıştı artık…’ syf 12

   ‘Ruh bedenin içine girdi.’ Ruhun bedene gömülmesi olarak da ifade edilir. Ruh bedene girmek suretiyle karanlık dünyaya düştü. Ruh bedenlerimizde gömülüdür. Ruhun amacı bir an önce bu bedenden kurtulup, tekrar aydınlığa gitmektir. Ruh bedene girdiği andan itibaren kirlenmeye başlıyor. Yani Tanrı’nın katında saf, temiz olarak gelen beden bu ruh kafesinde (ruh beden kafesindeki kuştur denilir.) esir olan bedeni terk edip özgür olmak istiyor. Şöyle geçer:

‘…Annesinin konuşmaları makul geliyordu ona ama içindeki acı geçmiyordu. İzzettin Baba ile konuşmayı denedi, o dedi ki:
-          İhtiyarların hatta bazen gençlerin ölmesi Allah’ın düzeninin bir parçasıdır, bak bir insan demek, hem bir beden hem bir ruh demektir. Beden, ruhun her tarafı kapalı elbisesidir, onun için biz bedenleri görür, ruhları göremeyiz, yani ruh bedenin içinde gizlidir. Ruh nedir biliyor musun?
-          Hayır.
-          Allah’ın bize kendi nefesinden üflediğidir, o Allah’a aittir ve bedene canlılık verir… O emrettiği zaman ruh bedeni terk eder uçar gider, böylece bedenin canlılığı kalmaz. Cansız beden, hiçbir işe yaramaz, çürür, kokar. Bu yüzden mezara konup üstü toprakla kapatılır. Ölmek budur işte…’ syf 27-28

   Tasavvuf, iyi insan yetiştirme, iyi insan, iyi kul nasıl olunur konularının üzerine düşer: ‘…Evet doğadaki her şey hem güzeldir hem faydalı, işte bütün bunlar hem iyi hem kötü insanlar için vardır. Ayrıca her insanın içinde iyilik de kötülük de bulunur ancak biri ağır basar, buna göre insan iyi ve kötü diye anılır. Bizlere düşen kötü taraflarımızı törpüleyip iyi taraflarımızın ağır basmasını sağlamaktır. Yani iyi insan olabilmek için çalışmamız lazım, çaba sarf etmemiz lazım…’ syf 29

   Mistisizm kaynağını dinden alır, tecrid olmaya ve vecd haline dayalı bir sistemdir. İnsanoğlu akıl yolu ile kavrayamayacağı Tanrı’yı ancak metafizik bir sezgiyle kavrayabilir. Bilinmeyene, sonsuzluğa, mükemmelliğe, doğaüstü varlığa sezgi yoluyla ulaşmasında en önemli araçları tecrid olma (dış dünya ile ilişkilerini minimum düzeye indirme), vecd hali ve transtır. 

‘…Numan yedi yaşındayken hafız oldu. İzzettin Babanın, bu, çok akıllı çocuğa artık Arapça öğretmesi lazımdı ki, Kur’an’ın manasını etraflıca anlayabilsin. Ve yavaş yavaş bilgilenip olgunlaştıkça, ayetlerin ardındaki, satır aralarındaki anlamlarını keşfedebilsin, yani ledünni ile erme yolunda olsun. İzzettin Efendi, bu çocuğun yaradılışındaki sırrı keşfedebildiğini sanıyordu, o bir veli olarak doğmuştu, tıpkı Hacı Bektaş-ı Veli gibi; mamafih onu, Meczup Ali uyarmıştı. Meczup Ali, uzun bir vecd halinden geçtikten sonra, bir gece yarısı onun yanına gelmiş: ‘Bu köyde yarın doğacak erkek çocuk veli olarak doğmuş olacak hocam, nasıl bildiğimi sorma çünkü m, bu işin aslını ben de bilmiyorum, lakin bu bilgi doğrudur; çünkü bana bildirildi, çocuğa göz kulak olmam emredildi.’ demişti…’ syf 30

‘…Ali Efendi bugünlerde gitmiş, diye üzüntüyle konuştu; birkaç gün önce namazı bırakmıştı yine, anladım; vecd halinde oturup kalmış, ne kimseyi dinliyor, ne konuşuyor, zaman zaman içten zikrettiğini seziyorum o kadar…’ syf 43

   Adı ne olursa olsun ortada bir din vardır. Bu dini ikiye ayırırsak; zahir ve batın diyebiliriz: 

‘…     -     -    Ben bilgin olacağım dedi, veli değil.
-          İzzettin Baba da hem alim hem veli değil mi ? O köyümüzün ereni değil mi?
-          Ama bana zahir ilim öğretiyor, gönül ilminden bahis açmıyor.
-          Zahir ilim, gönül ilmi gibi şeyleri nereden biliyorsun sen?
-          Tabi İzzettin Babadan. Zehir ilmi, bilginlerin yaptığı şey gönül ilmi ise, manevi ilim de deniliyor ona hocam, dervişlerin, mürşitlerin yaptığı şey. Ama zahir ilim olmadan gönül ilmi de olmaz, diyor…’ syf 34- 35

   Tasavvuf yolunda sureler, ayetler oldukça önemlidir. Mürid şeyhinden feyz almak için onun bilgilerini karıştırır ve ondan ayetler, sureler hakkında derin bilgiler edinmeye çalışır: 


‘…Evvela, dedi Hallaç Mahmut Efendi, Fatiha Suresinin tefsirini yapacağız, bu bir başlangıç olacak, sonra hadis çalışacağız, hadis çalışmayı bitirdikten sonra tekrar Kur’an’a döneceğiz. Bakara suresinden devam edeceğiz.
Sanki çocuk soru sormasın diye yapacaklarını izah ediyordu. Numan konuşmadı, başını ‘peki’ anlamında salladı.
-          Önce Bismillahirrahmanirrahim, bu ne demektir, bilir misin?
Numan usulca ve bir hayli çekingen:
-          Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla, dedi.
Bu sefer Hallaç Mahmut Efendi, başını salladı ve dedi ki:
-          Rahman ve Rahimden başlayalım, anlamlarını söyle bakayım.
Numan yine usulca fakat bu sefer çekinmeden konuştu:
-          Yüce Allah’ın acımak, esirgemek, korumak, bağışlamak, merhamet etmek anlamlarına gelen iki sıfatı.
-          Evet şimdi bu söylediğin manaları tek tek inceleyelim bakalım; çünkü besmele ayetinin Kur’an-ı Kerim’in başında yer alması fevkalade önemlidir. Niçin?...
-          Çünkü, dedi Numan, bir duraladı, düşündü sonra konuştu: Besmele ilk ayettir, bu ayette Kur’an’ın, Allah’ın merhamet ve bağışlamayı esas aldığın söylüyor…’           syf 48-49’

‘…Numan bütün vaazlarında Kur’an’dan ayrılmadı; Kur’an’a göre yetimlere muamele, Kur’an’a göre ‘selam’ın anlamı, Kur’an’a göre iç ve dış temizliği, Kur’an’a göre ana babaya muamele, Kur’an’a göre cihat kimlere karşı yapılır, Kur’an’a göre hak, hukuk derken hep Kur’an’ı anlatı, nasihatlerinde Kur’an’ın anlaşılması için, mutlaka hocalardan Türkçe anlamlarını öğrenmesini istedi…’ syf 119

   Tasavvuf yolunda kendisinden önceki, yetkili kişinin manevi izni ile insanları irşad eden, doğru yolu gösterip yetiştiren ve kemale getiren yani olgunlaştıran tasavvuf terbiyesine ehli kişiye mürşid denir. Mürşide gitmekten maksat, Allah rızasına ulaşmak, kötülüklerden kaçmak, hasta kalbe ilaç, garip gönle gerçek bir dost aramak, kısaca manevi bir hicret yapmaktır. 

‘…O iki hocanla da konuştum, bırakın bu çocuğun yakasını, çekin ellerinizi artık ondan, dedim, o bir gönül adamı olacak, alim değil dedim, dinletemedim. Salıverin bu çocuğu gitsin bir mürşide kapılansın, yolunu bulsun yürüsün gitsin dedim. Hayır, Nuh dediler, peygamber demediler…’ syf 60
‘… - Kes!... Böyle yol lafları etme bana! İnsan ancak bir tek şeyin yolunda olur, Allah’ın! O yol da bu seninkine terstir.
Numan hazırlıklıydı;
-          O yola girebilmek için hazırlık safhasındayım, Ali amca, ver elini öpeyim.
-          Bir mürşit buldun mu kendine?
-          Hayır.
-          O halde öpülecek el yok!...’ syf 70

   Müslümanlar arasında sufiler kalp kırmama hususundaki hassasiyetleri ile bilinirler. Zira kalb Allah’ın evi O’nun tecelli ettiği manevi saraydır. Bu sebeple kalp kırmak sufilere göre şirkten sonra en büyük günahtır. Hadis-i Şerifte de ‘Ey Kabe, sen Allah’ın evisin sen mübareksin fakat bir Müslüman bir müminin kalbini kırsa 70 defa seni yıkmaktan daha büyük günaha girer’ buyrulmuştur. Belki bu hadisten yola çıkarak tasavvuf kitaplarında çokça kalp kırmanın, gönül yıkmanın büyük günah olduğu belirtilmiştir:

‘…Bir kez gönül yıktın ise
Bu kıldığın namaz değil…’ syf 81

   Mevlana’nın tasavvufu irfan, hakikat, aşk ve cezbe aleminde olgunlaşmadır. O’nun sözleri çok dikkate değerdir: 
‘…Sen yalnız içini dışına ve dışını içine aç, ne demiş o Ulu Mevlana; ‘Olduğun gibi görün, göründüğün gibi ol.’ bu şimdilik sana yeter…’ syf 105

   Tasavvuf Allah’ın gönül bahçesidir. Bu gönül bahçesi O’nun gönlüdür ve o bizi sevgisi ile yaratmıştır: 
‘… Bak Numan, ne diyeceğim; aslımız Allah’tandır elbet, onun için de, O, sevgi ile yaratır ve öylesine sever. Sana söylemiş miydim gönlünden gelerek ‘seviyorum’ diyebilmek O’ndan sana bir armağandır. Ve aslında bütün ayrı gördüklerimiz, gerçekte bir bütünün içindedirler ve o bütün bir tektir. Var git artık sana söylediklerimi düşün…’ syf 113

   Herkes eşittir ve eşit yaratılmıştır: ‘…Aslında genç adam karşısında yalnız Gülçiçek varmış gibi aşkla, gönlünün ta içinden konuşuyordu, hele ‘Kur’an’ı Kerim’e Göre Kadın Anlayışı’ vaazı ile kadınların ve kızların ‘Sizin gibi birer insan olduklarını eşitiniz olduklarını unutmayınız, onlara hayırlı muamele ediniz; çünkü Peygamber Efendimiz aynen öyle yapardı…’ syf 119

   Tasavvufa göre bütün varlıklar gerekli olan ne varsa onlarla birlikte yaratıldı. Tanrı, bütün yarattıklarını, özellikle canlıların yaşamasını, geçimini, onların rızık, kısmet, hisse denilen hakları ile güvence altına aldı: ‘… Unutma, dedi, sana hayırlı olanı yalnız O bilir, şimdi işler sana kötü görünse de aslında hayrınadır. İçini çekti: Derler ki, hem içtesin hem açıktasın ve her ikisisin. Hem o değilsin, hem bu değilsin. Ama hem Bu’sun hem O!...
Evde de açıldı müderrislik konusu ve annesinin: ‘Hiçbir şey nasipten ileri olamaz.’ özdeyişi ile kapandı. Yine de Numan, ‘haksızlığa uğradığı’ duygusuyla doluydu…’ syf 129

   Tasavvuf ilminin inançlarından birine göre Allah yarattığı her şeyi sevgiyle yaratmıştır ve sevgisini katmıştır. Romanda şöyle geçer: ‘…Şimdiye kadarki bilgimle en çok sevdiğim şey, sevgi görüşü; malum Allah Kutsal Hadisinde, ‘Ben gizli bir hazine idim, bilmekliğimi sevdim ve halkı yarattım.’ buyurmuştur. Bu kutsal hadise göre, Allah’ın bilinmezliğinin yarattıklarını sevgi ile yaratmasından geçer…’ syf 234

   Hacı Bayram kendini tasavvuf yoluna adamıştı. İşlerinin ancak o yönde düzeleceği üzerinde yoğunlaşmıştı. Şiirler yazmaya, konu ile ilgili kitaplar okumaya kendini adamıştı. Romanımızda şöyle geçiyor:

‘Bilmek istersen seni
Can içre ara canı
Geç canından ara bul anı
Sen seni bil sen seni

Kim bildi efalini
Ol bildi sıfatını
Anda gördü zatını
Sen seni bil sen seni

Görünen sıfatındır
Anı gören zatındır
Gayri ne hacetindir
Sen seni bil sen seni

Kim ki hayrete vardı
Nura müstağrak oldu
Tevhid-i Zatı buldu
Sen seni bil sen seni

Bayram özini bildi
Bileni anda buldu
Bulan ol kendi oldu
Sen seni bil sen seni…’ syf 353-354 

‘…Saki getür getür yine dünkü şarabımı
Söyle dile getir yine çenk ü rebabımı

Ben var iken gerek bana bu zevk ü sefa
Bir gün gele ki görmeye kimse türabımı…’ syf 381

   Romanımızın son kısmında ise ana kahramanımız hayata veda eder ve şöyle geçer: ‘…Müritler arasında bir dalgalanma oldu, sessizliğin içinde bir fısıltı dolaştı; ‘Şeyhimiz sırrı teslim etti Bıçakcı Emir, halife olup irşat edecek.’ dendi. syf 416


* Yapmış olduğum roman tahlili tarafıma aittir. İzinsiz kullanılması durumunda yasal işlem başlatılacaktır.






Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Emine Isınsu'nun Eserleri

Dil Göstergesinin Özellikleri

Dil Bilim ve Dil Bilgisi