ISINSU'DAN BIR ROMAN TAHLILI DAHA: ''BAYRAM''
Bayram
IŞINSU, Emine, Bayram, Elips Kitap Yayınları, 2005
Romanın
İncelenmesi
1. Olayın
(vakanın) İncelenmesi
Olay, 1353’lerde Ankara’nın Solfasol köyünde, yaz
aylarında günlerden bir gün içerisinde başlar. Ahmet, Açça deresine çamaşır
asmaya giden karısını bekliyordu. Hamile olan eşi Nazlı, orada olağanüstü bir
olay yaşadı. Derinlerden bir ses duydu. Bu ses doğacak olan oğlunun yüksek
mertebelere ulaşacağını, onun sufi olacağını, çok değerli olacağını söylüyordu.
Nazlı çok korktu. Önce eşi Ahmet ona sesleniyor sandı ama yanılmıştı. Bir
başına orada duramadı ve kocasının yanına doğru koştu. Ahmet’e olanları anlattı
ve ona şaşkınlığını anlattı. Aylar sonra oğulları Numan dünyaya geldi.
Gerçekten de Numan çok çabuk öğreniyordu. Annesinin gözünde bambaşkaydı.
Sürekli okuyor, araştırıyordu. Köyde Meczup Ali adında bir dervişten bilgiler
ediniyor, onun ne kadar kitabı var ise okuyor ve kendisini geliştiriyordu.
Numan’ın Safi ve Murat adında iki kardeşi dünyaya geldi. Annesi için Numan her
zaman bambaşkaydı. Numan’ı kardeşleri örnek almaya başlamıştı, özellikle de
Safi onun gibi olmak istiyordu. Numan, tahsil yapma isteğini içinde daha fazla
tutamadı ve bu durumu anne ve babasına aktardı. Önce ondan ayrılmak istemeyen
aile daha sonra çocuklarının okuma isteğine karşı koyamadı ve onun Ankara’da
öğrenim görmesine karşı çıkamadılar. Numan’ın Ankara’da en büyük yardımcısı Bekir
ağabeyi oldu. Onunla aynı odayı paylaştılar ve Numan ağabeyinden çok şey
öğrendi. Daha sonra çok sıkı arkadaş oldular. Numan derslerini başarı ile
verdi. Bu okuldaki hocalarının ve Bekir ağabeyisinin dikkatini çekti ve ona
daha çok destek olmak istedi. Bekir ağabeyi ile sık sık dertleşirlerdi.
Bekir’in sevdiği bir kız vardı faka annesi ona kardeşim dediği Zehra’yı uygun
görmüştü. Bekir aşkını kalbine gömerek Zehra ile evlenmeyi kabul etti. Onu
ileride seveceğini düşündü ve kimseyi de kırmak istemedi. Okul tatile girmişti
ve Numan çok özlediği köyüne geri döndü. Orada ilk karşılaştığı Meczup Ali
ağabeyi olmuştu. O, Numan’a gönlün aşka düşecek dedi, fakat Numan aldırmadı.
Eve gitti, sevinçle karşılandı. Numan çeşme başına gittiği vakit bir kızla
karşılaştı. O kadar güzeldi ki ona orada vuruldu. Meczup Ali’nin ne demek
istediğini o an anlamıştı. Annesinin yanına gidip Bekir ağabeyi için bir kız
gördüğünü, onun kim olduğunu öğrenmeye çalıştı. İsmi Gülçiçek’ti. Annesi
kendisi için istediğini fark etti. Numan’ın ısrarları üzerine Gülçiçek’i ninesi
Rahime’den istemeye gittiler. Numan’ın Gülçiçek’e olan sevdası köyde ün
etmişti. Herkes bu aşkı konuşuyordu,
dilden dile dolaşmıştı. Fakat Rahime nine annesini tersleyerek evden gönderdi.
Numan bunun üzerine aşkından hasta oldu. Bu sırada Bekir annesinin uygun
gördüğü Zehra ile evlendi ve karısı hamileydi. Numan’ın kötü olduğunu duyunca
köye geldi. Onu tekrar okula dönmesi konusunda telkinledi. Fakat üzücü bir olay
yaşandı. Meczup Ali ateşlendi ve vücudu yenik düştü, onu kaybetmişlerdi. Numan
Ali ağabeyisinin mezarının başında kırk gün Kur’an-ı Kerim okuduktan sonra
tahsiline devam edeceğini söyledi. Ankara’ya dönmeden ise annesinin ve
babasının uygun gördüğü Meryem isimli kızla evlendi. Gülçiçek, zengin birisiyle
evlendirilmişti bile. Onun verdiği mendili annesine bıraktı ve Meryem ile
Ankara’ya yola çıktılar. Bekir ve Zehra’nın bebekleri dünyaya gelmişti, Mehmet
bebek onlara ilaç olmuştu. Bu sırada Meryem de hamile kaldı. Numan’a ilaç gibi
gelmişti fakat anne karnındayken yaşamını yitirdi. Daha sonra Meryem tekrar
hamile kaldı ve yeni doğan bebeklerine babası Ahmet’in ismini vermeyi uygun
gördüler. Numan, artık üniversitede hoca olmak istiyordu ve sınava tabii
tutuldu. Sınavda bir tek soruyu bilemedi, sınavdan çıktıktan sonra hatırlaması
ise onu çok üzmüştü. Eve gitmeye korkuyordu, Gülçiçek olsa gider ona sarılır
ağlardı fakat eşi Meryem’den çekiniyordu. Numan kendi yolunu çizecekti. Gerçek
yolun bu olmadığı kanısına vardı. Dervişlerden yardımlar alarak kendini daha da
geliştirmeye adadı. Mekke ve Medine illerini gördü artık o sevilen bir mürşit
olma yolunda ilerliyordu ve olmuştu da. Artık huzurluydu ve gözü arkada
kalmayacaktı. Sevdikleri ile son gecesini huzurla geçirdi. Bayram’ın hayatı bu
şekildeydi, zorluklarla geçen uzun yolun sonucunda huzura erdi.
2.
Kişi Kadrosu
a. Asıl
Kişiler
Numan: Nazlı ve Ahmet’in biricik oğulları. Çok saygılı,
öğrenmeyi ve okumayı çok seven, çevresindeki insanlara karşı hoşgörülü, çalışma
azmi ile yanıp tutuşan biri.
Nazlı: Ahmet’in çok sevdiği karısı. Hoşgörülü üç çocuk
sahibi bir anne. Sevdiklerini hiçbir zaman üzmeyen ve her koşulda onların
yanında olduğunu hissettiren bir tip olarak karşımıza çıkar.
Ahmet: Nazlı’nın eşi. Çok saygıdeğer bir baba. Çevresi
tarafından sevilip, sayılan, hatırı sayılır bir kişi. Halinden, hayatından
oldukça memnun.
Safi: Numan’ın kardeşlerinden biri. Onu her zaman örnek
alıp onun yolundan gitmiştir. Çalışkan ve azimlidir
Murat: Numan’ın diğer kardeşi. Safi ve Numan’a göre
bilgiye çok fazla aşık değildir. O daha çok babasını örnek almayı seçer.
Ailesine bağlıdır. Biraz kıskanç olduğu da görülür.
Bekir: Numan’ın biricik ağabeyi. Sevdiklerini hiçbir zaman kırmak, üzmek
istemez. Onların her zaman arkasında olur. Numan’ı çok sever ve onunla sıkı
dostturlar. Annesi onun için çok değerlidir.
Zehra: Bekir’in eşi. Tasfirlere göre çok güzel bir kız.
Saygılı ve sevdiğine bağlı.
Gülçiçek: Kendini yükseklere layık gören Numan’ın gözü ile
dünya güzeli kız. Onun aşkına bir mendille karşılık vermesinin nedeninin ona
acıdığı için olduğunu belirtir. Çok kibirlidir ve sadece maddi kısma değer
verir.
Meryem: Numan’ın anne ve babasının onun için uygun gördüğü
ve evlendiği kızdır. Kara kaşlı, kara gözlüdür. Ona köyde kara kız derler. Çok
sessiz, sakin bir o kadar da uyumludur.
b. Yardımcı
Kişiler
Rahime
Nine: Gülçiçek’e bakıp büyüten
ninesi. Maddiyata önem verir. İnsanları küçümser.
Meczup
Ali: Numan’ın yetişmesinde etkili olan, onu eğitime
yönlendiren çok sevdiği, saydığı ağabeyi. Köylüler tarafından çok sevilir,
sayılır. Değerli birisidir.
Ali
amca: Köydeki bilgili alim
kişilerden sayılmaktadır. Çevresi tarafından sevilir ve takdir edilir.
Mehmet
bebek: Zehra ve Bekir’in
bebekleri.
Ahmet
bebek: Numan ve Meryem’in ikinci
bebekleri. İlki Nazlı bebektir, fakat vefat eder.
c. Kişiler
Arasındaki İlişkiler
Nazlı – Ahmet: Birbirine çok uyumlu iki çifttir. Karı koca
birbirinden habersiz, birbirine danışmadan hiçbir iş yapmazlar. Evlatlarını el
üstünde tutup değer vermişlerdir.
Numan – Gülçiçek: Numan, Gülçiçek’e deliler gibi aşık olmuştur fakat
karşılığını bulamaz ve hastalanır. Gülçiçek onu küçümser ve aşağılayıcı sözler
söyler. Numan, evlenmesine rağmen Gülçiçek’i, ona olan sevdasını, aklından
çıkaramaz.
Numan – Bekir: Birbirlerine derinden bağlı iki dost, arkadaş.
İlişkileri önce abi- kardeş derecesinde başlamış ve çok sıkı iki dost
olmuşlardır.
3) Olayın Geçtiği Mekanlar
Olay Bolu-
Söğütler köyü, Ankara’da geçmiştir
4) Zaman
Romanda geçen
zaman, 1353 yaz ayları günlerden bir gün olarak belirtilmiştir.
5) Anlatıcının Bakış Açısı
Anlatıcı, hakim bakış
açısıyla romanını yazmıştır. Bunu, anlatıcı olayların içerisinde yer
almamasından, olaylara dışarıdan
müdahale etmeden ve geniş bir perspektiften bakmasından, kişilerin
zihinlerinden geçenleri, geçmişte yaşadıklarını, en gizli mahrem bilgilerini
bile bütün ayrıntısı ile bilmesinden anlıyoruz.
6) Dil ve Anlatım
Özellikleri
a. Anlatım Türleri
Romana hakim olan anlatım türleri, betimleyici,
öyküleyici, coşku ve heyecana bağlı ve söyleşmeye bağlı (diyalog)
anlatımlardır.
b.Dil ve Üslup
Özellikleri
Açıklık, duruluk, akıcılık ve yalınlık hakimdir.
7) Romanın Türü
Romanı tek bir roman
türü içerisinde değerlendiremeyiz. Roman, konusunu tarihten alması veya olayın
tarihte yaşanmış gibi anlatılması aynı zamanda romanda geçmişin yaşantısı, kıyafeti
ve düşünce yapısı yer alması dolayısıyla bir tarihi romandır. İlaveten toplum
yaşamını veya toplumdaki olayları konu edinmesi toplumda yer bulan olgu ve
olayları, gelenek ve görenekleri ele alması bakımından da sosyal roman
özelliğini taşır.
8) Romanın Konu ve Teması
Konu:
Numan’ın kendi benliğini arayışı ve yolunu çizerken geçirdiği maceralar romana
konu edinilmiştir.
Tema:
Bayram’ın
içerisinde bulduğumuz tasavvufun en uç noktalarından biri olan Hacı Bayram
Veli’nin hayatının bizlere aktarıldığı bir romandır.
9) Tasavvuf
Romanda geçen tasavvufi
unsurlara değinmeye başlayalım.
Tasavvuf denilince akla
gelen namaz, oruç, dua, ölüm gibi
dini terimlerin romanda dile getirilmiş olması kaçınılmazdır: ‘…Kadınlar, köyün ereni İzzettin Hocaya
okutmasını tavsiye ediyorlardı. Gerçi koyunluca Ahmet, beş vakit namazını
kılar, orucunu tutardı ama böyle okumaymış falan filan hiç inanmazdı…’ syf
12
‘…Meczup
Ali’nin adetiydi, sabah ezanı daha başlarken, köyün bütün evlerini bir bir
dolaşır, elindeki sopayla güm güm kapıları vurur; ‘Müslümanlar haydin namaza!’
diye bağırırdı. Bu işten tedirgin olanlar vardı elbet ama kimse, sanki sabah
namazı kılmayacakmış gibi görünmek istemez, bu sebepten Meczup Ali’ye bir şey
söyleyemez, bazıları ise ona dua ederlerdi: ‘Şu Meczup olmasa uyanamayacağız,
Allah ondan razı olsun…’ syf 20
‘…İnsanların
çocukları olmazsa ne kadar üzülürler, bilir misin, bak sen doğdun, sonra Safi geldi,
biz babanla ne kadar mutlu olduk. Deden çok ihtiyarlamıştı zaten, hep ibadet
yaptığı için de, Allah onu mutlaka cennetine koyar, cennet çok güzel bir
yerdir, orada mutlu olacak. Sana düşen böyle korkup üzülmek değil, mezarının
başına gidip yahut gece yatağında dualar okumak. O seni görür, bak torunum bana
dua okuyor diye sevinir Numan’cığım, senin de için ferahlar Öyle yap, hadi
istersen bugün beraber gidelim ona, gelinim de dua ediyor, diye sevinsin…’
syf 27
Tasavvufta ‘40’ ve ‘70’ sayılarının anlamı çok
derindir. ‘İlm-i ledün’ de denilen Hz. Musa Tanrı’dan gizli ilimleri alır ancak
bunları herkese söylemez. Kırk ila yetmiş kişiye öğretmiş. Bu sayıların anlamı
buradan doğmaktadır. Romanımızda Işınsu şöyle bahseder:
‘…Nihayet çocuğun ayı doldu, kırkına az kaldı, kadınlar, ‘Kırkı geçsin düzelir.’ diyorlardı, Nazlı bütün umudunu kırkına bağlamıştı artık…’ syf 12
‘…Nihayet çocuğun ayı doldu, kırkına az kaldı, kadınlar, ‘Kırkı geçsin düzelir.’ diyorlardı, Nazlı bütün umudunu kırkına bağlamıştı artık…’ syf 12
‘Ruh bedenin içine girdi.’ Ruhun bedene gömülmesi olarak da ifade
edilir. Ruh bedene girmek suretiyle karanlık dünyaya düştü. Ruh bedenlerimizde
gömülüdür. Ruhun amacı bir an önce bu bedenden kurtulup, tekrar aydınlığa
gitmektir. Ruh bedene girdiği andan itibaren kirlenmeye başlıyor. Yani
Tanrı’nın katında saf, temiz olarak gelen beden bu ruh kafesinde (ruh beden
kafesindeki kuştur denilir.) esir olan bedeni terk edip özgür olmak istiyor.
Şöyle geçer:
‘…Annesinin konuşmaları makul geliyordu ona ama içindeki acı geçmiyordu. İzzettin Baba ile konuşmayı denedi, o dedi ki:
‘…Annesinin konuşmaları makul geliyordu ona ama içindeki acı geçmiyordu. İzzettin Baba ile konuşmayı denedi, o dedi ki:
-
İhtiyarların
hatta bazen gençlerin ölmesi Allah’ın düzeninin bir parçasıdır, bak bir insan
demek, hem bir beden hem bir ruh demektir. Beden, ruhun her tarafı kapalı
elbisesidir, onun için biz bedenleri görür, ruhları göremeyiz, yani ruh bedenin
içinde gizlidir. Ruh nedir biliyor musun?
-
Hayır.
-
Allah’ın
bize kendi nefesinden üflediğidir, o Allah’a aittir ve bedene canlılık verir… O
emrettiği zaman ruh bedeni terk eder uçar gider, böylece bedenin canlılığı
kalmaz. Cansız beden, hiçbir işe yaramaz, çürür, kokar. Bu yüzden mezara konup
üstü toprakla kapatılır. Ölmek budur işte…’ syf 27-28
Tasavvuf, iyi insan yetiştirme, iyi insan, iyi
kul nasıl olunur konularının üzerine düşer: ‘…Evet
doğadaki her şey hem güzeldir hem faydalı, işte bütün bunlar hem iyi hem kötü
insanlar için vardır. Ayrıca her insanın içinde iyilik de kötülük de bulunur
ancak biri ağır basar, buna göre insan iyi ve kötü diye anılır. Bizlere düşen
kötü taraflarımızı törpüleyip iyi taraflarımızın ağır basmasını sağlamaktır.
Yani iyi insan olabilmek için çalışmamız lazım, çaba sarf etmemiz lazım…’ syf
29
Mistisizm kaynağını
dinden alır, tecrid olmaya ve vecd
haline dayalı bir sistemdir. İnsanoğlu akıl yolu ile kavrayamayacağı
Tanrı’yı ancak metafizik bir sezgiyle kavrayabilir. Bilinmeyene, sonsuzluğa,
mükemmelliğe, doğaüstü varlığa sezgi yoluyla ulaşmasında en önemli araçları
tecrid olma (dış dünya ile ilişkilerini minimum düzeye indirme), vecd hali ve
transtır.
‘…Numan yedi yaşındayken hafız oldu. İzzettin Babanın, bu, çok akıllı çocuğa artık Arapça öğretmesi lazımdı ki, Kur’an’ın manasını etraflıca anlayabilsin. Ve yavaş yavaş bilgilenip olgunlaştıkça, ayetlerin ardındaki, satır aralarındaki anlamlarını keşfedebilsin, yani ledünni ile erme yolunda olsun. İzzettin Efendi, bu çocuğun yaradılışındaki sırrı keşfedebildiğini sanıyordu, o bir veli olarak doğmuştu, tıpkı Hacı Bektaş-ı Veli gibi; mamafih onu, Meczup Ali uyarmıştı. Meczup Ali, uzun bir vecd halinden geçtikten sonra, bir gece yarısı onun yanına gelmiş: ‘Bu köyde yarın doğacak erkek çocuk veli olarak doğmuş olacak hocam, nasıl bildiğimi sorma çünkü m, bu işin aslını ben de bilmiyorum, lakin bu bilgi doğrudur; çünkü bana bildirildi, çocuğa göz kulak olmam emredildi.’ demişti…’ syf 30
‘…Numan yedi yaşındayken hafız oldu. İzzettin Babanın, bu, çok akıllı çocuğa artık Arapça öğretmesi lazımdı ki, Kur’an’ın manasını etraflıca anlayabilsin. Ve yavaş yavaş bilgilenip olgunlaştıkça, ayetlerin ardındaki, satır aralarındaki anlamlarını keşfedebilsin, yani ledünni ile erme yolunda olsun. İzzettin Efendi, bu çocuğun yaradılışındaki sırrı keşfedebildiğini sanıyordu, o bir veli olarak doğmuştu, tıpkı Hacı Bektaş-ı Veli gibi; mamafih onu, Meczup Ali uyarmıştı. Meczup Ali, uzun bir vecd halinden geçtikten sonra, bir gece yarısı onun yanına gelmiş: ‘Bu köyde yarın doğacak erkek çocuk veli olarak doğmuş olacak hocam, nasıl bildiğimi sorma çünkü m, bu işin aslını ben de bilmiyorum, lakin bu bilgi doğrudur; çünkü bana bildirildi, çocuğa göz kulak olmam emredildi.’ demişti…’ syf 30
‘…Ali
Efendi bugünlerde gitmiş, diye üzüntüyle konuştu; birkaç gün önce namazı
bırakmıştı yine, anladım; vecd halinde oturup kalmış, ne kimseyi dinliyor, ne
konuşuyor, zaman zaman içten zikrettiğini seziyorum o kadar…’ syf
43
Adı ne olursa olsun
ortada bir din vardır. Bu dini ikiye ayırırsak; zahir ve batın diyebiliriz:
‘… - - Ben bilgin olacağım dedi, veli değil.
‘… - - Ben bilgin olacağım dedi, veli değil.
-
İzzettin
Baba da hem alim hem veli değil mi ? O köyümüzün ereni değil mi?
-
Ama
bana zahir ilim öğretiyor, gönül ilminden bahis açmıyor.
-
Zahir
ilim, gönül ilmi gibi şeyleri nereden biliyorsun sen?
-
Tabi
İzzettin Babadan. Zehir ilmi, bilginlerin yaptığı şey gönül ilmi ise, manevi
ilim de deniliyor ona hocam, dervişlerin, mürşitlerin yaptığı şey. Ama zahir
ilim olmadan gönül ilmi de olmaz, diyor…’ syf 34- 35
Tasavvuf yolunda sureler, ayetler oldukça önemlidir.
Mürid şeyhinden feyz almak için onun bilgilerini karıştırır ve ondan ayetler,
sureler hakkında derin bilgiler edinmeye çalışır:
‘…Evvela, dedi Hallaç Mahmut Efendi, Fatiha Suresinin tefsirini yapacağız, bu bir başlangıç olacak, sonra hadis çalışacağız, hadis çalışmayı bitirdikten sonra tekrar Kur’an’a döneceğiz. Bakara suresinden devam edeceğiz.
‘…Evvela, dedi Hallaç Mahmut Efendi, Fatiha Suresinin tefsirini yapacağız, bu bir başlangıç olacak, sonra hadis çalışacağız, hadis çalışmayı bitirdikten sonra tekrar Kur’an’a döneceğiz. Bakara suresinden devam edeceğiz.
Sanki
çocuk soru sormasın diye yapacaklarını izah ediyordu. Numan konuşmadı, başını
‘peki’ anlamında salladı.
-
Önce
Bismillahirrahmanirrahim, bu ne demektir, bilir misin?
Numan
usulca ve bir hayli çekingen:
-
Rahman
ve Rahim olan Allah’ın adıyla, dedi.
Bu
sefer Hallaç Mahmut Efendi, başını salladı ve dedi ki:
-
Rahman
ve Rahimden başlayalım, anlamlarını söyle bakayım.
Numan
yine usulca fakat bu sefer çekinmeden konuştu:
-
Yüce
Allah’ın acımak, esirgemek, korumak, bağışlamak, merhamet etmek anlamlarına
gelen iki sıfatı.
-
Evet
şimdi bu söylediğin manaları tek tek inceleyelim bakalım; çünkü besmele
ayetinin Kur’an-ı Kerim’in başında yer alması fevkalade önemlidir. Niçin?...
-
Çünkü,
dedi Numan, bir duraladı, düşündü sonra konuştu: Besmele ilk ayettir, bu ayette
Kur’an’ın, Allah’ın merhamet ve bağışlamayı esas aldığın söylüyor…’ syf 48-49’
‘…Numan
bütün vaazlarında Kur’an’dan ayrılmadı; Kur’an’a göre yetimlere muamele,
Kur’an’a göre ‘selam’ın anlamı, Kur’an’a göre iç ve dış temizliği, Kur’an’a
göre ana babaya muamele, Kur’an’a göre cihat kimlere karşı yapılır, Kur’an’a
göre hak, hukuk derken hep Kur’an’ı anlatı, nasihatlerinde Kur’an’ın
anlaşılması için, mutlaka hocalardan Türkçe anlamlarını öğrenmesini istedi…’
syf 119
Tasavvuf yolunda kendisinden önceki, yetkili kişinin
manevi izni ile insanları irşad eden, doğru yolu gösterip yetiştiren ve kemale
getiren yani olgunlaştıran tasavvuf terbiyesine ehli kişiye mürşid
denir. Mürşide gitmekten maksat, Allah rızasına ulaşmak, kötülüklerden kaçmak,
hasta kalbe ilaç, garip gönle gerçek bir dost aramak, kısaca manevi bir hicret
yapmaktır.
‘…O iki hocanla da konuştum, bırakın bu çocuğun yakasını, çekin ellerinizi artık ondan, dedim, o bir gönül adamı olacak, alim değil dedim, dinletemedim. Salıverin bu çocuğu gitsin bir mürşide kapılansın, yolunu bulsun yürüsün gitsin dedim. Hayır, Nuh dediler, peygamber demediler…’ syf 60
‘…O iki hocanla da konuştum, bırakın bu çocuğun yakasını, çekin ellerinizi artık ondan, dedim, o bir gönül adamı olacak, alim değil dedim, dinletemedim. Salıverin bu çocuğu gitsin bir mürşide kapılansın, yolunu bulsun yürüsün gitsin dedim. Hayır, Nuh dediler, peygamber demediler…’ syf 60
‘… -
Kes!... Böyle yol lafları etme bana! İnsan ancak bir tek şeyin yolunda olur,
Allah’ın! O yol da bu seninkine terstir.
Numan
hazırlıklıydı;
-
O yola girebilmek için hazırlık safhasındayım, Ali
amca, ver elini öpeyim.
-
Bir mürşit buldun mu kendine?
-
Hayır.
-
O halde öpülecek el yok!...’ syf 70
Müslümanlar arasında sufiler kalp kırmama
hususundaki hassasiyetleri ile bilinirler. Zira kalb Allah’ın evi O’nun tecelli
ettiği manevi saraydır. Bu sebeple kalp kırmak sufilere göre şirkten sonra en
büyük günahtır. Hadis-i Şerifte de ‘Ey Kabe, sen Allah’ın evisin sen mübareksin
fakat bir Müslüman bir müminin kalbini kırsa 70 defa seni yıkmaktan daha büyük
günaha girer’ buyrulmuştur. Belki bu hadisten yola çıkarak tasavvuf
kitaplarında çokça kalp kırmanın, gönül yıkmanın büyük günah olduğu
belirtilmiştir:
‘…Bir kez
gönül yıktın ise
Bu
kıldığın namaz değil…’ syf 81
Mevlana’nın tasavvufu irfan, hakikat, aşk ve cezbe aleminde
olgunlaşmadır. O’nun sözleri çok dikkate değerdir:
‘…Sen yalnız içini dışına ve dışını içine aç, ne demiş o Ulu Mevlana; ‘Olduğun gibi görün, göründüğün gibi ol.’ bu şimdilik sana yeter…’ syf 105
‘…Sen yalnız içini dışına ve dışını içine aç, ne demiş o Ulu Mevlana; ‘Olduğun gibi görün, göründüğün gibi ol.’ bu şimdilik sana yeter…’ syf 105
Tasavvuf Allah’ın gönül bahçesidir. Bu gönül bahçesi
O’nun gönlüdür ve o bizi sevgisi ile yaratmıştır:
‘… Bak Numan, ne diyeceğim; aslımız Allah’tandır elbet, onun için de, O, sevgi ile yaratır ve öylesine sever. Sana söylemiş miydim gönlünden gelerek ‘seviyorum’ diyebilmek O’ndan sana bir armağandır. Ve aslında bütün ayrı gördüklerimiz, gerçekte bir bütünün içindedirler ve o bütün bir tektir. Var git artık sana söylediklerimi düşün…’ syf 113
‘… Bak Numan, ne diyeceğim; aslımız Allah’tandır elbet, onun için de, O, sevgi ile yaratır ve öylesine sever. Sana söylemiş miydim gönlünden gelerek ‘seviyorum’ diyebilmek O’ndan sana bir armağandır. Ve aslında bütün ayrı gördüklerimiz, gerçekte bir bütünün içindedirler ve o bütün bir tektir. Var git artık sana söylediklerimi düşün…’ syf 113
Herkes eşittir ve eşit yaratılmıştır: ‘…Aslında genç adam karşısında yalnız
Gülçiçek varmış gibi aşkla, gönlünün ta içinden konuşuyordu, hele ‘Kur’an’ı
Kerim’e Göre Kadın Anlayışı’ vaazı ile kadınların ve kızların ‘Sizin gibi birer
insan olduklarını eşitiniz olduklarını unutmayınız, onlara hayırlı muamele
ediniz; çünkü Peygamber Efendimiz aynen öyle yapardı…’ syf 119
Tasavvufa göre bütün varlıklar gerekli olan ne varsa
onlarla birlikte yaratıldı. Tanrı, bütün yarattıklarını, özellikle canlıların
yaşamasını, geçimini, onların rızık, kısmet, hisse denilen hakları ile
güvence altına aldı: ‘… Unutma, dedi,
sana hayırlı olanı yalnız O bilir, şimdi işler sana kötü görünse de aslında
hayrınadır. İçini çekti: Derler ki, hem içtesin hem açıktasın ve her ikisisin.
Hem o değilsin, hem bu değilsin. Ama hem Bu’sun hem O!...
Evde de
açıldı müderrislik konusu ve annesinin: ‘Hiçbir şey nasipten ileri olamaz.’
özdeyişi ile kapandı. Yine de Numan, ‘haksızlığa uğradığı’ duygusuyla doluydu…’ syf 129
Tasavvuf ilminin inançlarından birine göre Allah
yarattığı her şeyi sevgiyle yaratmıştır ve sevgisini katmıştır. Romanda
şöyle geçer: ‘…Şimdiye kadarki bilgimle
en çok sevdiğim şey, sevgi görüşü; malum Allah Kutsal Hadisinde, ‘Ben gizli bir
hazine idim, bilmekliğimi sevdim ve halkı yarattım.’ buyurmuştur. Bu kutsal hadise
göre, Allah’ın bilinmezliğinin yarattıklarını sevgi ile yaratmasından geçer…’
syf 234
Hacı Bayram kendini tasavvuf yoluna adamıştı.
İşlerinin ancak o yönde düzeleceği üzerinde yoğunlaşmıştı. Şiirler yazmaya,
konu ile ilgili kitaplar okumaya kendini adamıştı. Romanımızda şöyle geçiyor:
Can içre
ara canı
Geç
canından ara bul anı
Sen seni
bil sen seni
Kim bildi
efalini
Ol bildi
sıfatını
Anda
gördü zatını
Sen seni
bil sen seni
Görünen
sıfatındır
Anı gören
zatındır
Gayri ne
hacetindir
Sen seni
bil sen seni
Kim ki
hayrete vardı
Nura
müstağrak oldu
Tevhid-i
Zatı buldu
Sen seni
bil sen seni
Bayram
özini bildi
Bileni
anda buldu
Bulan ol
kendi oldu
Sen seni
bil sen seni…’ syf 353-354
‘…Saki
getür getür yine dünkü şarabımı
Söyle
dile getir yine çenk ü rebabımı
Ben var
iken gerek bana bu zevk ü sefa
Bir gün
gele ki görmeye kimse türabımı…’ syf 381
Romanımızın son kısmında ise ana kahramanımız hayata
veda eder ve şöyle geçer: ‘…Müritler
arasında bir dalgalanma oldu, sessizliğin içinde bir fısıltı dolaştı; ‘Şeyhimiz
sırrı teslim etti Bıçakcı Emir, halife olup irşat edecek.’ dendi. syf 416
* Yapmış olduğum roman tahlili tarafıma aittir. İzinsiz kullanılması durumunda yasal işlem başlatılacaktır.
Yorumlar
Yorum Gönder