ASIK VEYSEL SATIROGLU
Aşık Veysel Şatıroğlu
Doğum tarihi: 25 Ekim 1984, Şarkışla
Ölüm tarihi: 21 Mart 1973, Sivrialan
Etkin yılları: 1899 - 1973
Çocuklar: Bahri Şatıroğlu, Zekine Şatıroğlu, Hayriye Özer, Menekşe Şatıroğlu Süzer, Ahmet Şatıroğlu
Eserleri: Uzun İnce Bir Yoldayım, Kara Toprak, Anlatamam Derdimi, Güzelliğin On Par'etmez, Dostlar Beni Hatırlasın, Bir Seher Vaktinde, Benim Sadık Yarim Kara Topraktır, Beni Hor Görme, Çiğdem Der Ki, Ben Giderim Adım Kalır, Ne Ötersin Dertli Dertli, Derdimi Dökersem, Küçük Dünyam, Birlik Destanı, Keklik, Kızılırmak Seni Seni
Aşık Veysel Şatıroğlu, gerçek adıyla Veysel Şatıroğlu Sivas'ın Şarkışla ilçesinin Sivrialan köyünde 1894 yılında dünyaya gelmiştir. Annesinin adı Gülizar, babasının adı Ahmettir. Annesinin koyun sağmaya gittiği günlerden birinde Aşık Veysel dünyaya gelmiştir. Merada yalnız olan Gülizar rivayete göre sancısı tutunca göbeğini kendisi keşmiş, Veysel'i doğurmuş ve bir çaputa sarıp köyüne geri dönmüştür. Babası ''Karaca'' lakaplı bir çiftçidir.
Aşık Veysel iki kız kardeşini de ne yazık ki çiçek hastalığı nedeniyle kaybetmiştir. O zamanlarda yaygın olan bu hastalık, Veysel'in de iki gözünü kaybetmesine neden olmuştur. Şöyle der:
- '' Çiçeğe yakalanmıştım. Çiçek zorlu geldi. Sol gözümde çiçek beyi çıktı. Sağ gözüme de solun zorundan olacak perde indi. O gün bu gündür dünya başıma zindan.'' Hayata zorlu günlerle başlamış, çektiği acıları dile getirmiştir.
Aşık Veysel yere düşmüş, bir daha kalkamamış ve kör olmuştur. Bunu Gülizar Ana şöyle anlatıyor: - '' Bilinmez değilsin, renklerden yalnız kırmızıyı hatırladı. Gözleri gönlüne çevrilmeden önce, yani çiçek hastalığına yakalanmadan önce düşmüştü. Kan görmüştü, kanın rengini hatırlardı yalnız. Kırmızıyı... Yeşili de elleriyle bulur ve severdi.''
Sağ gözünün görme ihtimali varmış, ışığı seçebiliyormuş. Babası onu doktora götürecekmiş, yüreği ümitle doluymuş. Fakat bir gün inek sağarken Veysel ansızın gelince, babasının elinde bulunan değneğin ucu Veysel'in öteki gözüne girmiş. O gözü de böylece akıp gitmiş. Olumsuzluklar bir türlü Veysel'in peşini bırakmıyormuş.
Ailesi bu duruma çok üzülmüş, günlerce göz yaşı dökmüş. Ahmet Baba, Veysel'i dışarı çıkarıyor, gezdiriyormuş fakat Veysel günden güne içine kapanıyormuş. Babası Veysel'in diğer çocuklarla oynamadığını fark edince ona bir bağlama almış. O bağlama Veysel'in hayatındaki dönüm noktası olmuştur. Bağlamayla tanıştığı ilk zamanlarda Veysel, ünlü ozanların türkülerini seslendirmişken ileriki yaşlarda kendi bestelerine imza atmıştır. Ağabeyi Ali ona bağlama çalma konusunda yardımcı oluyor.
Birinci Dünya Savaşı başladığı zamanlarda Veysel'in kardeşi ve arkadaşları savaşa gider. Veysel yalnız kalır. Hayatı acılarla dolu ozanımız yalnız kaldığı zamanları şu cümlelerle dile getirmiştir:
- '' Eve girerim yüzüm asık, anam babam halimi bilmez. Ben onlara derdimi dokunmasın diye açamam. Onlar benim kafa tuttuğumu zanneder, bense derdimi dökmekten çekinirim. Öyle ki sazdan bile farır gibi oldum.''
Vatan sevgisi ile dolu olan ve cepheye gidemeyen Aşık Veysel duygularını şu sözler ile dizeleştirir:

Ne yazık ki bana olmadı kısmet
Düşmanı denize döken millet
Felek kırdı kolumu, vermedi nöbet
Kılıç vurmak için düşman başına
Bugünler müyesser olsaydı bana
Minnet etmez idim bir kaşık kana
Mukadder harici gelmez meydana
Neler geldi bu Veysel'in başına
Aşık Veysel'i yalnız kalmasın diye akrabalarının kızı olan Esma ile evlendirirler. Maalesef ki Veysel, ilk doğan erkek çocuğunu ardından anne ve babasını kaybeder. Karısının tutmuş oldukları hizmetkar ile kaçmasıyla altı aylık kızıyla baş başa kalan Veysel kızını da kaybedince dünyası başına yıkılır. Ne çare...
''Talih çile ne kadar sözü bir etmiş
Her nereye gitsem gezer peşimde.''
Artık bu alemden, bu diyardan uzaklaşmak istiyordur. 1928'de en iyi arkadaşı olan İbrahim ile Adana'ya gitmeye karar verirler. Fakat Sivas'ın Karaçayır köyünden olan Deli Süleyman, bu aşığı, seyahatinden vazgeçiriyor.
' Bu adam saz çalarım dinler, söze başlarım keser. Gideyim derim, ah kivra çoluk çocuk ağlaşıyor gel gitme, diye elime ayağıma düşer. Nihayet dayanamadım, gitmiyorum vesselam diye bu seyahatten vazgeçtim.
1931 yılında Sivas Lisesi edebiyat öğretmeni olan Ahmet Kutsi Tecer ve arkadaşları Halk Şairlerini Koruma Derneği'ni kurunca Aşık Veysel'in hayatındaki dönüm noktası cereyan ediyor.
1933'e kadar usta ozanların şiirlerinden çalıp söylüyor. Veysel'in gün ışığına çıkan ilk şiiri cumhuriyetin onuncu yıl dönümünde: ''Atatürktür, Türkiye'nin ihyası...'' dizeleriyle başlayan şiir oluyor. Bu şiirin gün yüzüne çıkması, Veysel'in de köyünden dışarı çıkmasına vesile oluyor.
Ağacakışla nahiyesi müdürü Ali Rıza Bey Veysel'e yola çıkmasını söylüyor. Veysel, ''Atama ben giderim'' diyerek en yakın arkadaşı İbrahim ile birlikte üç ay yol çiğneyerek Ankara'ya gidiyorlar. Kırk beş gün orada kalıyor fakat destanı Atatürk'e okumak kısmet olmuyor.
Gülizar Ana: ''Ata'ya gidemediğine bir, askere gidemediğine iki, yanardı ki o kadar olur...''
Ancak Hakimiyet-i Milliye destanı gazeteye veriyor. Üç gün kadar yayında kalıyor. O vesiyle destan yayılıyor. Aşık Veysel, tanınıyor, seviliyor, saygı görüyor.
Aşık Veysel'in Türk edebiyatındaki yeri ve önemi:
* Yazmış olduğum yazı ve video tarafıma aittir. İzinsiz kullanılması durumunda yasal işlem başlatılacaktır.
Güzelliğin on par'etmez
Bu bendeki aşk olmasa
Eğlenecek yer bulamaz
Gönlümdeki köşk olmasa
Tabirin sığmaz kaleme
Derdin dermandır yareme
İsmin yayılmaz aleme
Aşklarda meşk olmasa
Kim okurdu kim yazardı
Bu düğümü kim çözerdi
Koyun kurt ile gezerdi
Fikri başka başk'olmasa
Güzel yüzün görülmezdi
Bu aşk bende dirilmezdi
Güle kıymet verilmezdi
Aşık ve maşuk olmasa
Senden aldım bu feryadı
Bu imiş dünyanın tadı
Anılmazdı Veysel adı
O sana aşık olmasa
Doğum tarihi: 25 Ekim 1984, Şarkışla
Ölüm tarihi: 21 Mart 1973, Sivrialan
Etkin yılları: 1899 - 1973
Çocuklar: Bahri Şatıroğlu, Zekine Şatıroğlu, Hayriye Özer, Menekşe Şatıroğlu Süzer, Ahmet Şatıroğlu
Eserleri: Uzun İnce Bir Yoldayım, Kara Toprak, Anlatamam Derdimi, Güzelliğin On Par'etmez, Dostlar Beni Hatırlasın, Bir Seher Vaktinde, Benim Sadık Yarim Kara Topraktır, Beni Hor Görme, Çiğdem Der Ki, Ben Giderim Adım Kalır, Ne Ötersin Dertli Dertli, Derdimi Dökersem, Küçük Dünyam, Birlik Destanı, Keklik, Kızılırmak Seni Seni
Aşık Veysel Şatıroğlu, gerçek adıyla Veysel Şatıroğlu Sivas'ın Şarkışla ilçesinin Sivrialan köyünde 1894 yılında dünyaya gelmiştir. Annesinin adı Gülizar, babasının adı Ahmettir. Annesinin koyun sağmaya gittiği günlerden birinde Aşık Veysel dünyaya gelmiştir. Merada yalnız olan Gülizar rivayete göre sancısı tutunca göbeğini kendisi keşmiş, Veysel'i doğurmuş ve bir çaputa sarıp köyüne geri dönmüştür. Babası ''Karaca'' lakaplı bir çiftçidir.
Aşık Veysel iki kız kardeşini de ne yazık ki çiçek hastalığı nedeniyle kaybetmiştir. O zamanlarda yaygın olan bu hastalık, Veysel'in de iki gözünü kaybetmesine neden olmuştur. Şöyle der:
- '' Çiçeğe yakalanmıştım. Çiçek zorlu geldi. Sol gözümde çiçek beyi çıktı. Sağ gözüme de solun zorundan olacak perde indi. O gün bu gündür dünya başıma zindan.'' Hayata zorlu günlerle başlamış, çektiği acıları dile getirmiştir.
Aşık Veysel yere düşmüş, bir daha kalkamamış ve kör olmuştur. Bunu Gülizar Ana şöyle anlatıyor: - '' Bilinmez değilsin, renklerden yalnız kırmızıyı hatırladı. Gözleri gönlüne çevrilmeden önce, yani çiçek hastalığına yakalanmadan önce düşmüştü. Kan görmüştü, kanın rengini hatırlardı yalnız. Kırmızıyı... Yeşili de elleriyle bulur ve severdi.''
Sağ gözünün görme ihtimali varmış, ışığı seçebiliyormuş. Babası onu doktora götürecekmiş, yüreği ümitle doluymuş. Fakat bir gün inek sağarken Veysel ansızın gelince, babasının elinde bulunan değneğin ucu Veysel'in öteki gözüne girmiş. O gözü de böylece akıp gitmiş. Olumsuzluklar bir türlü Veysel'in peşini bırakmıyormuş.
Ailesi bu duruma çok üzülmüş, günlerce göz yaşı dökmüş. Ahmet Baba, Veysel'i dışarı çıkarıyor, gezdiriyormuş fakat Veysel günden güne içine kapanıyormuş. Babası Veysel'in diğer çocuklarla oynamadığını fark edince ona bir bağlama almış. O bağlama Veysel'in hayatındaki dönüm noktası olmuştur. Bağlamayla tanıştığı ilk zamanlarda Veysel, ünlü ozanların türkülerini seslendirmişken ileriki yaşlarda kendi bestelerine imza atmıştır. Ağabeyi Ali ona bağlama çalma konusunda yardımcı oluyor.
Birinci Dünya Savaşı başladığı zamanlarda Veysel'in kardeşi ve arkadaşları savaşa gider. Veysel yalnız kalır. Hayatı acılarla dolu ozanımız yalnız kaldığı zamanları şu cümlelerle dile getirmiştir:
- '' Eve girerim yüzüm asık, anam babam halimi bilmez. Ben onlara derdimi dokunmasın diye açamam. Onlar benim kafa tuttuğumu zanneder, bense derdimi dökmekten çekinirim. Öyle ki sazdan bile farır gibi oldum.''
Vatan sevgisi ile dolu olan ve cepheye gidemeyen Aşık Veysel duygularını şu sözler ile dizeleştirir:

Ne yazık ki bana olmadı kısmet
Düşmanı denize döken millet
Felek kırdı kolumu, vermedi nöbet
Kılıç vurmak için düşman başına
Bugünler müyesser olsaydı bana
Minnet etmez idim bir kaşık kana
Mukadder harici gelmez meydana
Neler geldi bu Veysel'in başına
Aşık Veysel'i yalnız kalmasın diye akrabalarının kızı olan Esma ile evlendirirler. Maalesef ki Veysel, ilk doğan erkek çocuğunu ardından anne ve babasını kaybeder. Karısının tutmuş oldukları hizmetkar ile kaçmasıyla altı aylık kızıyla baş başa kalan Veysel kızını da kaybedince dünyası başına yıkılır. Ne çare...
''Talih çile ne kadar sözü bir etmiş
Her nereye gitsem gezer peşimde.''
Artık bu alemden, bu diyardan uzaklaşmak istiyordur. 1928'de en iyi arkadaşı olan İbrahim ile Adana'ya gitmeye karar verirler. Fakat Sivas'ın Karaçayır köyünden olan Deli Süleyman, bu aşığı, seyahatinden vazgeçiriyor.
' Bu adam saz çalarım dinler, söze başlarım keser. Gideyim derim, ah kivra çoluk çocuk ağlaşıyor gel gitme, diye elime ayağıma düşer. Nihayet dayanamadım, gitmiyorum vesselam diye bu seyahatten vazgeçtim.
1931 yılında Sivas Lisesi edebiyat öğretmeni olan Ahmet Kutsi Tecer ve arkadaşları Halk Şairlerini Koruma Derneği'ni kurunca Aşık Veysel'in hayatındaki dönüm noktası cereyan ediyor.
1933'e kadar usta ozanların şiirlerinden çalıp söylüyor. Veysel'in gün ışığına çıkan ilk şiiri cumhuriyetin onuncu yıl dönümünde: ''Atatürktür, Türkiye'nin ihyası...'' dizeleriyle başlayan şiir oluyor. Bu şiirin gün yüzüne çıkması, Veysel'in de köyünden dışarı çıkmasına vesile oluyor.
Ağacakışla nahiyesi müdürü Ali Rıza Bey Veysel'e yola çıkmasını söylüyor. Veysel, ''Atama ben giderim'' diyerek en yakın arkadaşı İbrahim ile birlikte üç ay yol çiğneyerek Ankara'ya gidiyorlar. Kırk beş gün orada kalıyor fakat destanı Atatürk'e okumak kısmet olmuyor.
Gülizar Ana: ''Ata'ya gidemediğine bir, askere gidemediğine iki, yanardı ki o kadar olur...''
Ancak Hakimiyet-i Milliye destanı gazeteye veriyor. Üç gün kadar yayında kalıyor. O vesiyle destan yayılıyor. Aşık Veysel, tanınıyor, seviliyor, saygı görüyor.
O günleri şöyle
anlatıyor: “Köyden çıktık. Yaya olarak Yozgat köylerinden Çorum-Çankırı
köylerinden geçip üç ayda Ankara’ya gelebildik. Otele gitsek para yok. ‘Nere
gidek? Nasıl Edek? ” diye düşünüyoruz. Dediler ki: “Burada Erzurumlu bir Paşa
Dayı var. O adam misafirperverdir.” O zamanlar Dağardı diyorlardı, (şimdiki
Atıf Bey Mahallesi) orada ev yaptırmış Paşa Dayı. Gittik oraya. Adamcağız
hakikaten misafir etti. Birkaç gün kaldık o zaman, Ankara’da, şimdiki gibi
kamyon filan yok. Bütün işler at arabalarıyla görülüyor. At arabaları olan,
Hasan Efendi adında bir adamla tanıştık. O, bizi evine götürdü. Kırk beş gün
Hasan Efendi’nin evinde kaldık. Gideriz, gezeriz, geliriz; adam yemeğimizi,
yatağımızı, her şeyimizi sağlar. Dedim ki: -‘Hasan Efendi biz buraya gezmek için
gelmedik! Bizim bir destanımız var. Bunu, Gazi Mustafa Kemal’e duyurmak
istiyoruz! Nasıl ederiz? Ne yaparız? ’
Dedi ki: -‘Vallahi ben böyle işlerle ilgili değilim. Burada bir milletvekili var. Adı Mustafa Bey, soyadını unuttum. Bu işi ona anlatmak gerek. Belki size o yardımcı olabilir.’
Gittik Mustafa Bey’e derdimizi anlattık. Öyle böyle bir destanımız var. Gazi Mustafa Kemal’e duyurmak istiyoruz. ‘Bize yardım et! ’ dedik.
Dedi ki: -‘Amaan! Şimdi şaire falan önem veren yok. Kıyıda köşede çalın çağırın. Geçin gidin! ’
-‘Yok öyle değil dedik. Biz destanımızı okuyacağız, Mustafa Kemal’e! ’
Milletvekili Mustafa Bey, ‘okuyun da bir dinleyeyim bakayım’ dedi. Okuduk dinledi. O zamanlar Ankara’da çıkan Hakimiyet-i Milliye Gazetesi’yle konuşacağını söyledi. ‘Yarın bana gelin! ’ dedi. Gittik. ‘Ben karışmam’ dedi. Sonunda kesti attı. Biz ordan döndük geldik. ‘Ne yapsak? ’ diye düşünüyoruz. Sonunda, ‘Matbaaya biz gidelim’ dedik. Saza, tel alıp takmak eski telleri yenilemek de gerekti. Ulus Meydanı’ndaki çarşıya, o zamanlar Karaoğlan Çarşısı diyorlardı. Saz teli almak için Karaoğlan Çarşısı’na yürüdük.
Ayağımızda çarık. Bacağımızda şal-şalvar, şal-ceket, belimizde kocaman bir kuşak.! Efendim polis geldi: -‘Girmeyin’ dedi. ‘Çarşıya girmek yasak! ’ Bizi tel alacağımız çarşıya sokmadı.
Polis: -‘Yasak diyoruz. Siz yasaktan anlamaz mısınız? Orası kalabalık. Kalabalığa girmeyin! ’ diye diretti.
-‘Peki girmeyelim’ dedik. Polisi güya salmış gibi yürümeye devam ettik. Adam geldi, arkadaşım İbrahim’e çıkıştı. –‘Kafadan gayri müsellah mısın? Girmeyin diyorum. Beynini patlatırım senin! ’ diye çıkıştı.
-‘Beyefendi biz dinlemiyoruz! Biz çarşıdan saz teli alacağız! ’ dedik. O zaman polis, İbrahim’e: -‘Tel alacaksan bu adamı bir yere oturt. Git telini al! ’ Neyse gitti İbrahim teli aldı geldi. Tel taktık. Ama sabahleyin çarşıdan da geçemiyoruz. Sonunda matbaayı bulduk.
-‘Ne istiyorsunuz? ’ dedi müdür.
-‘Bir destanımız var. Gazeteye vereceğiz! ’ dedik.
-‘Çalın bakayım; bir dinleyeyim! ’ dedi. Çaldık dinledi!
- ‘Ooo! Çok iyi’ dedi. ‘Çok güzel.’
Yazdılar. ‘Yarın gazetede çıkar’ dediler. ‘Gelin de gazete alın! ’ Orada bize telif hakkı olarak biraz da para verdiler. Sabahleyin gidip 5-6 gazete aldık. Çarşıya çıktık. Polisler:
- ‘Oooo! Âşık Veysel siz misiniz? Rahat edin efendim! Kahvelere girin! Oturun! ’ dediler. Bir iltifat başladı ki sormayın! Çarşıda bir zaman gezdik. Fakat yine Mustafa Kemal’den ses yok. Dedik: ‘Bu iş olmayacak.’ Amma Hakimiyet-i Milliye Gazetesi’nde destanımı üç gün birbiri üstüne yayınladılar. Mustafa Kemal’den yine ses çıkmadı. Köye dönmeye karar verdik. Fakat cebimizde yol paramız da yok. Ankara’da bir avukatla tanışmıştık.
Avukat: - ‘Ben belediye başkanına bir mektup yazayım. Belediye sizi köyünüze parasız gönderir! ...’ dedi. Elimize bir mektup verdi. Belediyeye gittik. Orada bize dediler ki: - ‘Siz sanatkâr adamsınız. Nasıl geldinizse öyle gidersiniz! ’
Döndük avukata geldik. ‘Ne yaptınız? ’dedi. Anlattık. ‘Durun bir de valiye yazalım! ’ dedi. Valiye de dilekçe yazdı. Valiye dilekçemizi imzalayıp yine Belediyeye buyurdu. Belediyeye ilettik. Belediye bize: -‘Yok! ’ dedi. ‘Paramız yok! Sizi gönderemeyiz! ’ dedi.
Avukat içerledi ve kahretti: - ‘Gidin! İşinize gidin! ’ dedi. ‘Ankara Belediyesi’nin sizin için parası yokmuş; tükenmiş! ’ dedi. Acıdım avukata.
‘Nasıl edelim? Ne edelim? ’ derken bir de ‘Halkevi’ne uğrayalım bakalım. Belki oradan bir şey çıkar’ diye düşündük. Mustafa Kemal’e gidemiyok. Halkevine gidek. Bu defa, Halkevine, bizi kapıcılar bırakmıyor ki girelim. Orada dinelip duruyorduk.
İçeriden bir adam çıktı: -‘Ne geziyorsunuz burada? Ne yapıyorsunuz? ’ diye sordu.
-‘Halkevine gireceğiz ama bırakmıyorlar! ’ diye cevap verdik.
-‘Bırakın! bu adamlar, tanınmış adamlar! Âşık Veysel bu! ’ dedi.
O içeriden çıkan adam, bizi edebiyat şubesi müdürüne gönderdi. Orada: -‘Ooo! Buyurun! Buyurun! dediler. Halkevinde bazı milletvekilleri varmış. Şube müdürü onları çağırdı: -‘Gelin halk şairleri var, dinleyin.’ dedi.
Eski milletvekillerinden Necib Ali Bey: -‘Yahu dedi bunlar fakir adamlar. Bunlara bakalım. Bunlara birer kat elbise de yaptırmalı. Pazar günü de Halkevinde bir konser versinler! ’
Hakikaten bize, birer takım elbise aldılar. Biz de o Pazar günü Ankara Halkevi’nde bir konser verdik. Konserden sonra cebimize para da koydular. Ankara’dan köyümüze işte o parayla döndük.
Plağa okuduğu ilk türkü ise, Emlek yöresinin ünlü ozanlarından Âşık İzzeti’nin:
“Mecnunum, Leyla’mı gördüm
Bir kerrece baktı geçti.
Ne söyledi ne de sordum
Kaşlarını yıktı geçti
Soramadım bir çift sözü
Ay mıydı gün müydü, yüzü
Sandım ki zühre yıldızı
Şavkı beni yaktı geçti.
Ateşinden duramadım
Ben bu sırra eremedim
Seher vakti göremedim
Yıldız gibi aktı geçti.
Bilmem hangi burç yıldızı
Bu dertler yareler bizi
Gamzen oku bazı bazı
Yar sineme çaktı geçti..
İzzetî, bu ne hikmet iş
Uyur iken gördüm bir düş
Zülüflerin kement etmiş,
Yar boynuma taktı geçti.” şiiridir.
Dedi ki: -‘Vallahi ben böyle işlerle ilgili değilim. Burada bir milletvekili var. Adı Mustafa Bey, soyadını unuttum. Bu işi ona anlatmak gerek. Belki size o yardımcı olabilir.’
Gittik Mustafa Bey’e derdimizi anlattık. Öyle böyle bir destanımız var. Gazi Mustafa Kemal’e duyurmak istiyoruz. ‘Bize yardım et! ’ dedik.
Dedi ki: -‘Amaan! Şimdi şaire falan önem veren yok. Kıyıda köşede çalın çağırın. Geçin gidin! ’
-‘Yok öyle değil dedik. Biz destanımızı okuyacağız, Mustafa Kemal’e! ’
Milletvekili Mustafa Bey, ‘okuyun da bir dinleyeyim bakayım’ dedi. Okuduk dinledi. O zamanlar Ankara’da çıkan Hakimiyet-i Milliye Gazetesi’yle konuşacağını söyledi. ‘Yarın bana gelin! ’ dedi. Gittik. ‘Ben karışmam’ dedi. Sonunda kesti attı. Biz ordan döndük geldik. ‘Ne yapsak? ’ diye düşünüyoruz. Sonunda, ‘Matbaaya biz gidelim’ dedik. Saza, tel alıp takmak eski telleri yenilemek de gerekti. Ulus Meydanı’ndaki çarşıya, o zamanlar Karaoğlan Çarşısı diyorlardı. Saz teli almak için Karaoğlan Çarşısı’na yürüdük.
Ayağımızda çarık. Bacağımızda şal-şalvar, şal-ceket, belimizde kocaman bir kuşak.! Efendim polis geldi: -‘Girmeyin’ dedi. ‘Çarşıya girmek yasak! ’ Bizi tel alacağımız çarşıya sokmadı.
Polis: -‘Yasak diyoruz. Siz yasaktan anlamaz mısınız? Orası kalabalık. Kalabalığa girmeyin! ’ diye diretti.
-‘Peki girmeyelim’ dedik. Polisi güya salmış gibi yürümeye devam ettik. Adam geldi, arkadaşım İbrahim’e çıkıştı. –‘Kafadan gayri müsellah mısın? Girmeyin diyorum. Beynini patlatırım senin! ’ diye çıkıştı.
-‘Beyefendi biz dinlemiyoruz! Biz çarşıdan saz teli alacağız! ’ dedik. O zaman polis, İbrahim’e: -‘Tel alacaksan bu adamı bir yere oturt. Git telini al! ’ Neyse gitti İbrahim teli aldı geldi. Tel taktık. Ama sabahleyin çarşıdan da geçemiyoruz. Sonunda matbaayı bulduk.
-‘Ne istiyorsunuz? ’ dedi müdür.
-‘Bir destanımız var. Gazeteye vereceğiz! ’ dedik.
-‘Çalın bakayım; bir dinleyeyim! ’ dedi. Çaldık dinledi!
- ‘Ooo! Çok iyi’ dedi. ‘Çok güzel.’
Yazdılar. ‘Yarın gazetede çıkar’ dediler. ‘Gelin de gazete alın! ’ Orada bize telif hakkı olarak biraz da para verdiler. Sabahleyin gidip 5-6 gazete aldık. Çarşıya çıktık. Polisler:
- ‘Oooo! Âşık Veysel siz misiniz? Rahat edin efendim! Kahvelere girin! Oturun! ’ dediler. Bir iltifat başladı ki sormayın! Çarşıda bir zaman gezdik. Fakat yine Mustafa Kemal’den ses yok. Dedik: ‘Bu iş olmayacak.’ Amma Hakimiyet-i Milliye Gazetesi’nde destanımı üç gün birbiri üstüne yayınladılar. Mustafa Kemal’den yine ses çıkmadı. Köye dönmeye karar verdik. Fakat cebimizde yol paramız da yok. Ankara’da bir avukatla tanışmıştık.
Avukat: - ‘Ben belediye başkanına bir mektup yazayım. Belediye sizi köyünüze parasız gönderir! ...’ dedi. Elimize bir mektup verdi. Belediyeye gittik. Orada bize dediler ki: - ‘Siz sanatkâr adamsınız. Nasıl geldinizse öyle gidersiniz! ’
Döndük avukata geldik. ‘Ne yaptınız? ’dedi. Anlattık. ‘Durun bir de valiye yazalım! ’ dedi. Valiye de dilekçe yazdı. Valiye dilekçemizi imzalayıp yine Belediyeye buyurdu. Belediyeye ilettik. Belediye bize: -‘Yok! ’ dedi. ‘Paramız yok! Sizi gönderemeyiz! ’ dedi.
Avukat içerledi ve kahretti: - ‘Gidin! İşinize gidin! ’ dedi. ‘Ankara Belediyesi’nin sizin için parası yokmuş; tükenmiş! ’ dedi. Acıdım avukata.
‘Nasıl edelim? Ne edelim? ’ derken bir de ‘Halkevi’ne uğrayalım bakalım. Belki oradan bir şey çıkar’ diye düşündük. Mustafa Kemal’e gidemiyok. Halkevine gidek. Bu defa, Halkevine, bizi kapıcılar bırakmıyor ki girelim. Orada dinelip duruyorduk.
İçeriden bir adam çıktı: -‘Ne geziyorsunuz burada? Ne yapıyorsunuz? ’ diye sordu.
-‘Halkevine gireceğiz ama bırakmıyorlar! ’ diye cevap verdik.
-‘Bırakın! bu adamlar, tanınmış adamlar! Âşık Veysel bu! ’ dedi.
O içeriden çıkan adam, bizi edebiyat şubesi müdürüne gönderdi. Orada: -‘Ooo! Buyurun! Buyurun! dediler. Halkevinde bazı milletvekilleri varmış. Şube müdürü onları çağırdı: -‘Gelin halk şairleri var, dinleyin.’ dedi.
Eski milletvekillerinden Necib Ali Bey: -‘Yahu dedi bunlar fakir adamlar. Bunlara bakalım. Bunlara birer kat elbise de yaptırmalı. Pazar günü de Halkevinde bir konser versinler! ’
Hakikaten bize, birer takım elbise aldılar. Biz de o Pazar günü Ankara Halkevi’nde bir konser verdik. Konserden sonra cebimize para da koydular. Ankara’dan köyümüze işte o parayla döndük.
Plağa okuduğu ilk türkü ise, Emlek yöresinin ünlü ozanlarından Âşık İzzeti’nin:
“Mecnunum, Leyla’mı gördüm
Bir kerrece baktı geçti.
Ne söyledi ne de sordum
Kaşlarını yıktı geçti
Soramadım bir çift sözü
Ay mıydı gün müydü, yüzü
Sandım ki zühre yıldızı
Şavkı beni yaktı geçti.
Ateşinden duramadım
Ben bu sırra eremedim
Seher vakti göremedim
Yıldız gibi aktı geçti.
Bilmem hangi burç yıldızı
Bu dertler yareler bizi
Gamzen oku bazı bazı
Yar sineme çaktı geçti..
İzzetî, bu ne hikmet iş
Uyur iken gördüm bir düş
Zülüflerin kement etmiş,
Yar boynuma taktı geçti.” şiiridir.
Daha sonraları yine Ahmet Kutsi Tecer'in katkılarıyla saz öğretmenliği yapıyor. Kültürünü, şiir bilgisini iyice geliştirme fırsatı yakalamış oluyor.
1965 yılında TBMM özel bir kanunla Aşık Veysel'e ''Anadilimize ve milletimize yapmış olduğu hizmetlerden ötürü 500 lira aylık maaş bağlıyor.
21 Mart 1973 günü, sabaha karşı saat 3.30 da şuan müze olan evinde yaşama gözlerini yummuştur.
Ben giderim adım kalır
Dostlar beni hatırlasın
Düğün olur bayram gelir
Dostlar beni hatırlasın
Can kafeste durmaz uçar
Dünya bir han konan göçer
Ay dolanır yıllar geçer
Dostlar beni hatırlasın
Can bedenden ayrılacak
Tütmez baca yanmaz ocak
Selam olsun kucak kucak
Dostlar beni hatırlasın
Ne gelsemdi ne giderdim
Günden güne arttı derdim
Garip kalır yerim yurdum
Dostlar beni hatırlasın
Açar solar türlü çiçek
Kimler gülmüş kim gülecek
Murat yalan ölüm gerçek
Dostlar beni hatırlasın
Gün ikindi akşam olur
Gör ki başa neler gelir
Veysel gider adı kalır
Dostlar beni hatırlasın
- Halk ozanıdır.
- Dadaloğlu, Yunus Emre, Pir Sultan Abdal gibi halk ozanı ve sanatçılarından fazlasıyla etkilenmiş ve eserlerini o yönde vermiştir.
- Yazdığı şiirleri saz ile söylemiştir.
- Türkçesi yalındır ve şiirlerinde sade dil kullanır.
- Dili ustaca kullanır.
- Kusursuz bir tekniği olmasına rağmen oldukça doğal ve gösterişsiz eserlere sahiptir.
- Hüzün, yaşama sevinci, ölüm, toplumsal olaylar üzerine şiirler yazmıştır.
* Yazmış olduğum yazı ve video tarafıma aittir. İzinsiz kullanılması durumunda yasal işlem başlatılacaktır.
Yorumlar
Yorum Gönder