Emine Isınsu'nun Hayatı Üzerine

Emine Işınsu’nun,
çocukluk ve ilk gençlik yılları, anne-baba-ağabey baskısı içerisinde geçer. Bu
sebepten yazarımızı olgunluk çağının tavır ve görüntüsü içerisinde daha iyi
tanırız. Anne ve babasının memur oluşu sebebiyle küçük yaşlarındayken Urfa,
Sarıkamış gibi Anadolu şehirlerini tanıma, gezme imkânı bulur. Sonraları bu iki
şehir de ilk romanında (Küçük Dünya) yer alacaktır. Küçük yaşta annesi
vesilesiyle şiirle tanışır. Halide Nusret Hanım küçük yaşta şiirler dinleyerek
yetişmiş bir annedir. Bu yüzden de kendi çocuklarını da o şekilde yetiştirmek
istemiştir. Emine Işınsu’nun da bu konuda üzerinde düşmüştür. Yazar kendisiyle
yapılan bir mülakatta buna şöyle değinir: “Herkesin annesi garkı söylerdi.
Benim kafamda çocukluğumdan kalma bir müzik yok, yalnızca yüksek sesle şiir
okuyan bir hanım hatırlarım. Bu hanım Fuzulî, Şeyh Galip ve Mehmet Akif’i çok
sever ve şiirlerini çok okurdu.”
Emine Işınsu o yaşlarda annesinden aruz veznini öğrenir. Ailece kapı
çalışları bile aruzladır; kullandıkları vezinse, “müstef’ilâtün”dür. Anne son
derecede romantiktir, gelenekler konusunda ise katıdır. Fakat Emine Işınsu’nun
üzerine ağabeyinden daha çok düşmüş, ona daha katı kurallar uygulamıştır. Bu
durum doğal olarak Emine Işınsu’yu sıkmıştır. Onların hareket noktası kız çocuğun
ailenin namusu olmasıdır Ağabeyini daha çok serbest bırakmışlardır çünkü
erkektir. Hem erkektir, hem ağabeydir, bu da geçerli bir sebep olmuştur.
Yazarımız bu konuda içini üstü kapalı olarak şu şekilde dökmüştür:
Emine Işınsu’nun bu sözlerinden de yola çıkılacağı
üzere yazarımızın hayal dünyası oldukça zengindir. Onun bu dünyası,
romanlarında da Nur ve Mevsim olarak kendini göstermiştir.
İlk gençlik yıllarında bir sinema tutkusu vardır.
Fakat bunun önünde de bir engel vardır: ağabey korkusu… Ayda yalnızca bir kere
sinemaya gitme hakkı vardır ve hareketleri kısıtlıdır. Sinemaya gittiğinde ise
yanında ya ağabeyi olmuştur ya da sinemaya ağabeyi tarafından bırakılmıştır.
Yazarımız sürekli olarak ağabey ve baba korkusu ile tehdit edilmiştir. Okuyacağı
kitaplarda bile ağabeyinin baskısı vardır; falanca kitaplar ahlâksızdır,
okunmayacak, gibi.
“Çok sıktılar
beni, annem devamlı bir korku içindeydi, kız çocuğu olduğumdan. Gözüm dışarıya
kaymasın diye. O korkuyu yaşadı, yaşıyordu, tabiî bana da yaşattı.” diyerek hislerini dile getirmiştir. Annesi sürekli olarak ‘sağa bakma,
sola bakma, önüne bak’ sözlerini tekrarlamaktan vazgeçmemiştir. Emine Işınsu
tüm bunları çocukluğunda yaşadığından kendi çocuklarına karşı bu şekilde
davranmadığını görüyoruz. Biri kız (Elif) ikisi erkek (Yağmur ve Murathan)
annesi olan Işınsu çocuklarına karşı aşırı serbest olmuştur. Çocuklarına
karıştığı zamanda ise kendi boğazının sıkıldığını hissetmiş ve bunu
yapmamıştır. Bu konuda Allah’a çok şükrettiğini, temkinli ve iyi çocuklar
olduğunu sık sık dile getirmiştir. Bu
durumu “Ben anneme siz diyerek büyüdüm. Ama çocuklarımdan bana sen
demelerini istedim” diyerek açıklıyor ve hatta o kadar samimiyet
kurmuşlardı ki torunları Kağan “Işınsu” ve “Naber İskender” diyordu der.
Biraz babasından bahsedecek olursak; Emine Işınsu’ya göre babası tanıdığı
en olgun erkektir. Kızına karşı fedakar davranmıştır. Kıt kanaat geçiniyor
olmalarına rağmen onu Ankara Koleji’ne vermiştir. Fakat bu konuda da abisi
tarafından uyarı almıştır. Nedeni şımarık çocuklara uymaması gerektiğidir. Zaten
Emine Işınsu öyle bir yetiştirilme tarzına sahip değildir ve pek çok arkadaşı
ile geçim sıkıntısı yaşamıştır. Bu konuda şöyle der: ‘Onların yaşam tarzı,
babam general emeklisi, annem öğretmen emeklisi, ama biz daima orta direk
olarak kaldık ve bize tersti. Zaten kıt kanaat geçiniyorduk ve kıt kanaat
beni kolejde okuttular. Takdir ediyorum ama arkadaşlarımla bu kadar uyumsuzluk
hoş değil, onlardan çok farklıydım kolejde, o da beni rahatsız etti.’
Anne-baba-ağabey müdahaleleri Emine Işınsu’yunun yakasını üniversite yıllarında da bırakmamıştır. Babasının zorlamasıyla hiç istemediği halde İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümüne kaydolmuştur. Dışarıdan yapılan müdahaleler, dışa dönük duyguları sanırlar ve romantik mizacın zenginliğini oluşturan dünyanın kapılarını aralamıştır. İlk kıvılcımlar, “İki Nokta”yı meydana getiren şiirlerle açığa çıkar. O henüz on yedi yaşında şair olmuştur. Devrin diğer edebiyatçılarının, misal Haldun Taner, övgüsüne mazur kalarak şiir yazmaya teşvik edilmiştir. Zaten evleri de o dönemlerde edebiyat dünyasının önde gelen isimlerinin uğrak yeri idi. Bunların başında Orhan Veli’nin şiirlerine konu edindiği aşkı gelmiştir. Şöyle der: : “Orhan Veli, Nahit’e aşık olmuştu. Bize gelirdi. Müthiş bir kedi sevgisi ve aynı ölçüde alerjisi vardı. Bu yüzden evinin duvarları kedi resimleriyle süslüydü. İsmet Teyzem’in yazıları vardı. Teyzemle aramız iyiydi ancak kızı, kuzenim Pınar Kür’le görüşlerimiz pek uyuşmazdı. “
Baskı ile
yapılan bir üniversite eğitimi nasıl tamamlanabilir ki? Yarım bırakılan İngiliz
Dili ve Edebiyatı öğrenimi sonucunda daldan dala konmuştur. İşletme, felsefe,
hukuk… Fakat bir sonuca varamamıştır. Romantik ama hareketli mizacı zorlayan
bir sürü psikolojik sıkıntı; bütün bunlara rağmen inançlarıyla ayakta kalmayı
başarabilen bir Emine Işınsu ile karşı karşıyayız. Tüm bunlara
rağmen ailesini çok seven ve her fırsatta yücelten Emine Işınsu, çocukluk ve
gençlik yıllarında çektiği sıkıntıları da unutmuyor: “Babam Harbiye öğrencisiyken Kurtuluş Savaşı sırasında cepheye
sürülmüş. Kurmaylıktan değil çarpışarak paşa olmuş. Babam çok iyi bir insandı.
Annemin kıskançlıklarını da idare ederdi. İyiymiş gibi görünürdüm ama annem ve
ağabeyim çok canıma okudular.”
O sıralarda ilk eşi Mimar Erdoğan Cemil Okçu kendisine
talip olur. Babasından üniversiteyi devam ettirme şartı ile onay çıkınca, 1959
yılı sonlarında evlenir. O.D.T.Ü ’ni
evlilikle birlikte yürütemeyeceğini anlar ve D.T.C.F’ nin Felsefe
bölümüne kayıt yaptırır. Felsefe öğrenimi sırasında, fakültenin tiyatro kürsüsü
derslerini de takip eder. Ancak, evliliğin sorumlulukları, ilk çocuk, ardından
ikinci çocuk derken; başlangıçtan beri sevdiği arzu ettiği felsefe tahsilini de
yarıda bırakır.
Emine Işınsu, Ankara’da
1969-1970 yılları arasında İbrahim Metin isimli arkadaşının evinde ise ikinci
eşi olan İskender Öksüz ile tanışırlar. Eşi ona iki kez evlenme teklifi
etmiştir fakat ilkinde reddedilmiştir. İkincisinde ise Emine Işınsu’nun aklında
nasılsa kısa sürecek, hadi evet diyeyim düşüncesi yatmıştır. Yüzük takmışlardır
ve daha sonraları şahit olarak Orhan Veli’nin aşkı olan Nahit Hanım ve Prof.
Dr. Erol Güngör’ü çağırmışlardır. Bekar oldukları için reddedildikten yüzükleri
kendileri takmışlardır. Şuan çok büyük bir aşk ile birbirine bağlıdırlar. Şimdi
tekrar o günlere dönelim. 1971’de evlenen Emine Işınsu ve İskender Öksüz,
1972’de Suudi Arabistan’dan gelen öğretim üyeliği teklifi üzerine bu ülkeye
gitmişlerdir. Zaman zaman Türkiye’ye gelip gidiyorlardır. Ama öncesinde,
Ankara’da Kader Sokak’taki komşuları arasında Alparslan Türkeş’in de aralarında
yer aldığı ünlü isimler vardı. 12 Eylül’e giden süreçte, bu dostlarıyla
evlerinde sıradışı olaylar yaşamışlardır.
Biraz da eşinin
çocukluğundan bahsedelim istiyorum. Çocukluğunun İzmir’inde 9 Eylül’leri ve
dedesiyle ilgili anılarını unutamıyordu. İşgal yıllarında ailesinin çektiği
acıları bilen İskender Öksüz, o yılları 67 yaşında bugün hala gözleri dolarak
anlatıyor: “Bizimkiler Yunan isyanından
sonra Mora’dan çıkıp Sakız’a geçen Karamanlılardan. Orası da elden çıkınca
İzmir’e gelmişler. İzmir’in kurtuluşuyla çok hikayesi var ailemin. Katliamları
yaşadıkları için 9 Eylül’de bütün köyler İzmir’e inerdi. Geçitteki süvarilerin
atları, ayaklarını vurdukça şimşek gibi kıvılcım çıkar, halk ağlardı. Benim
bile bugün anlatırken gözüm doluyor. Dedem çok nüktedandı. Kore Harbi’nin
gelişmelerini birlikte takip ederdik. Namık Kemal’in Sakız Adası’ndaki kabrinin
nakline katıldığı için kardeşime onun adını, doğduğumda Büyük İskender’in
biyografisini okuduğu için bana da bu ismi koymuş. Ağabeyi Şeyh İlyas’tı.’’
Dedesi Ahmet Öksüz,
Demokrat Parti’li (DP) idi. Rozetini hiç çıkarmazdı. O kadar ki babaannesi, DP
kapandığı gün şükredecekti: “60 İhtilali’ne en çok sevinenlerden biri
babaannemdi. Bana evin avlusunda ‘Evladım, şimdi benim efendimin
partisi yok mu artık diye
sordu. Yok
babaanne, dedim. ‘Yani seçim zamanı benim gidip de efendimin vasiyeti
üzerine oy verdiğim parti yok mu artık’ dedi. Yok, dedim. ‘Oh be’ dedi, kendisi de DP’li olmasına rağmen o
yaşta oy kullanmaya gitme zorunluluğunun kalkmasına sevindi.
Sağlık açısından
sıkıntılı bir çocukluk geçirmiş, bu yüzden ailesi onu hep el üstü tutmuştu.
Zafiyet başlangıcı geçirmiştir. Mazhar ve annesi Radiye Öksüz, onun üzerine çok
titremişlerdir.
Peki ama İzmir’deki çok
zayıf ve sağlığı bozuk bir çocuk, nasıl Türkiye’nin sayılı bilim adamlarından
biri haline geldi? Her şey, ortaokul çağında onda doğan bilim merakıyla
başlamıştır. Neredeyse bütün popüler bilim dergilerini okumuştur. İngilizce’ye
de ilgi göstermiş ve öğrenmiştir. Ailesi onun mühendis olmasını istese de temel
bilimleri tercih etmiştir. Tercihi kimya olmuştur fakat fizik ve matematiği de
iyidir. Birçok bursu da alnının akı ile kazanmıştır.
Emine Işınsu eşinden ve
annesinden dolayı hiçbir zaman iltimas görmek istememiştir. Hep güçlü, kendi
ayakları üzerinde durmaya kararlı tavırlar sergilemiştir. Bir röportajında
şöyle der: ‘ Annemden dolayı bir iltimas
görmeyeyim diye, soyadımı bıraktım ve ilk iki ismimi kullandım; Emine Işınsu…’
Yazarımızın ailesi,
çocukluğu ve ilk gençlik yılları bu şekilde geçmiştir.
*Yazdığım kompozisyonun telif hakkı tarafıma aittir. İzinsiz kullanılması durumunda yasal işlem başlatılacaktır.
Yorumlar
Yorum Gönder