Emine Isınsu ''Bir Aile'' Roman Tahlili



   Bir Aile

   IŞINSU, Emine, Bilge Kültür Sanat Yayınları, Şubat 2013

   Roman İncelemesi

   1)      Olayın (vakanın) Özeti

   Roman Işık’ın hayatı üzerinden yol alınarak anlatılmıştır ve vaka onun söylediği ilk yalanla başlar. Işık, kendi halinde bir yazardır, yazmayı çok sever ve bundan hiç vazgeçmez. Yazma sevgisi çocukluğunda başlamıştır. Remzi ağabeyi ve Sevgi de onu yazarlık konusunda destek veren iki dostudur. Sevgi de aslında yazar olmak istemektedir ve onun kendisinden önce köşe yazarlığına kabul edilmiş oluşu onu biraz kıskançlığa biraz da üzüntüye sürüklemiştir. Işık ve Behçet yazları Tanaşa’da geçirirler. Tanaşadaki o küçük derme çatma ev aslında Behçet’in kumarda Turhan’ın ölümü üzerine kazandığı fakat Işık’ın bunu sonradan öğrendiği evdir. Behçet serbest meslek yaptığı yalanı ile Işık ile evlenir ve hem Işık hem akrabaları bunu çok sonradan öğrenmiştir. Fakat Işık buna hiç şaşırmaz zaten çocukluğu da zorluklarla geçmiştir. Annesi Dil ve Tarih Coğrafya fakültesinde profesördür. Babası MİT'te çalışır ve sürekli iş için şehir dışına çıkmaktadır. İki kardeşi var, Ersin ağabey ve Ömer ağabey. Fakat Ersin ağabeyi ihmalden vs nedenlerden küçük yaşta vefat eder. Ömer ağabeyi ise akciğer kanseri olan babasının ölümünden sonra evi ‘Allahaısmarladık’ diyerek terk eder ve Kanada’ya gider. Bir daha geri dönmez. Annesi kendi halindeyken bir gün Işık onu uyandırmaya gider ve onun ellerini tuttuğunda buz gibi olduğunu fark eder. O da ölmüştür. Çocukluğu böylesine zor geçen Işık onu isteyen Behçet ile evlenir. Aziz adında oğulları olmuştur ve daha sonra Ergün adında diğer oğlu. Fakat Ergün hastalanır ve yüksek ateşten ölür. Daha sonra iki kız çocuğu daha olur, Gül ve Seval. Oğlunu daha çok sevdiğini düşünür Işık fakat onun gözünde evlatlarının hepsi değerlidir. Oğlu Aziz de çok başarılıdır, Dil ve Tarih- Coğrafya fakültesinden mezun olur. Kızları ise lisede okumaktadırlar. Işık tüm zorluklara rağmen yazmayı sürdürmeye çalışmaktadır. Fakat evliliği hiç parlak gitmez. Behçet onu aldatır, sevmez, üstelik çocuklarına da ilgi göstermez. Işık kendi iç dünyası ile yüzleşir. Sürekli olarak geçmişe gider ve oradan kendine ders çıkarmaya çalışmaktadır. Romanın sonunda artık Behçet ile yapamayacağının farkına varan Işık, artık boşanma ve Emre Tunç ile evlenip ömrünün geri kalanını mutlu bir şekilde sürdürme arzusu taşır. Emre Tunç ile evlenir ve roman sona erer.

   2) Kişi Kadrosu

   a. Asıl Kişiler

   Işık: Ana karakterdir. Yazmayı sever. Yaşamı zorluklarla geçse de kendinden emin bir kadındır. Dört çocuk annesidir. Birini kaybetmiştir.

   Behçet: Serbest işle meşgul olduğunu söylese de boş gezenin boş kalfasıdır. Sürekli içer. Kaba ve kırıcı birisidir. Işık’ın eşidir.

   Aziz: Işık ve Behçet’in oğullarıdır. Azimli ve çalışkandır. Dil ve Tarih Coğrafya fakültesinden mezun olur.

   Remzi ağabey: Behçet’in babasıdır. Işık anne ve babasını kaybettiğinde ona çok yardımcı olur ve maddi manevi destek çıkar.

   Sevgi: Işık’ın arkadaşı. Ona hem çocukluğunda hem gençliğinde destek olur.

   b. Yardımcı Kişiler

   Ergün: Işık ve Behçet’in ateşten dolayı ölen küçük bebekleridir.

   Gül: Işık ve Behçet’in kızları.

   Seval: Işık ve Behçet’in kızları.

   Turhan: Behçet’in arkadaşı. Onu kumar masasında kandırıp evine el koymuştur.

   Fatma kız: Işık’ın çocukluk arkadaşı.

 Ayşe Gül Arda Hanımefendi: Işık’ın annesi. İlgisiz bir annedir. Kocasını da pek sevdiği hissedilmiyor. Kızı ile aralarındaki ilişki çok zayıf.

   Ersin ağabey: Işık’ın vefat eden ağabeyi.

   Ömer ağabey: Babasının vefat ettiği gün evi terk edip Kanada’ya kaçan Işık’ın diğer ağabeyi.

   Ayşe hala: Oldukça ilgili, temiz kalpli bir hala.

   Zehra Hanım: Remzi ağabeyin eşi vefat ettikten sonra evlendiği kadın.

   Tuncal: Sevgi’nin erkek arkadaşı.

   Emre Tunç: Gazetede köşe yazarı. Romanın sonunda Işık ile evlenir.

   Kara Kız: Gül ve Seval’in kedisi.

   Meral: Aziz’in kız arkadaşı.

   c. Kişiler Arasındaki İlişkiler

   Behçet – Işık: İki eş arasındaki ilişkinin pek sıkı fıkı olduğu söylenemez. Evlilikleri bir aşk ile başlamamış. Birbirlerine söyledikleri yalanlar çok fazla. Behçet eşinin yazmasına karşı, Işık ise biraz da olsa ondan çekiniyor ve korkuyor. Çocuklarının oluşu iki eşi birbirine bağlar diye düşündürse de bu gerçekleşmemiştir.

   Işık – Ayşe Gül Arda Hanımefendi: Anne kız ilişkisi bildiğimiz ilişkilerden çok farklı. Işık annesi öldüğünde bile çok fazla üzülmediğini açıklamıştır. Annesi hem kızına hem de diğer iki oğlu Ersin ve Ömer’e karşı çok soğuk davranmıştır. Onun işi ve yazdığı şeyler çocuklarından önde gelmiştir. Bu durum da araya büyük bir soğukluk getirmiştir.

   3) Olayın Geçtiği Mekânlar

·             Bandırma
·            Tanaşa
·            Ankara
·            İstanbul ( Kadıköy – Taksim)

   Olayda adı geçen diğer mekânlar ise: Kanada, Sarıkamış

   4) Zaman

   Romanda zaman belirgin olmamakla birlikte sürekli geçmişe gidilerek anılar üzerinden aktarılmıştır.

   5) Anlatıcının Bakış Açısı

   Anlatıcı romanı hâkim bakış açısı ile yazmıştır. Yaşanmış, yaşanan ve yaşanacak olan her şeyi bilir, görür ve duyar. Kahramanların gönlü veya kafasından geçenleri okumaya kadar uzanır. Anlatıcı, anlattığı olayların dışında durur, gören durumundadır.

   6) Dil ve Anlatım Özellikleri

   a. Anlatım Türleri

   Romanda hâkim olan iki anlatım türü öyküleyici ve betimleyici anlatımdır.

   b. Dil ve Üslup Özellikleri

   Roman akıcı bir dil ile yazılmıştır. Dil sade ve anlaşılırdır.

   7) Romanın Türü

   Roman, sosyal romandır.

   8) Romanın Konu ve Teması

   Konu: Işık’ın hayatı ve hayatını yönlendiren çarpık ilişkiler ele alınmıştır.

  Tema: Işık’ın çocukluğu, gençliği ve daha sonra eş ve anne olma yolculuğu içerisinde yaşamış olduğu sıkıntılar, kişisel buhranlar, sevgisizlik ve bunlar sonucunda yapılan yanlış evlilik ve kurulan mutsuz yuva üzerinden toplumun aile kurumu eleştirilmiş, yanlış ilişkiler gözler önüne serilmiştir.

   9) Tasavvuf

   Tasavvufun kaynakları konusunda çeşitli düşünceler ileri sürülmüştür. Tasavvuf düşüncesini şekillendiren, kimlik kazandıran ve yönünü belirleyen asıl inancın İslam dini olduğu konusunda birlik vardır. Tasavvufun ana kaynağı Kur’an-ı Kerim, hadis ve sünnetle aktarılan bilginin tamamıdır. Tasavvufun önemi, ‘Kur’an’ ve ‘hadis’ ile belirtilen ‘kalb-i selim’ ve ‘takva’ ile sevgi ve kulluk dolu bir gönül sahibi olmaktır.

   En önemli tasavvuf terimleri de doğrudan doğruya Kur’an’dan alınmıştır. Romanda bu konuyu Emine Işınsu şu şekilde işlemektedir: 

   ‘…Sanırım burada onu dinlerken benim tüylerim de diken diken olmuştu.. Çocuklar uyuyalı epey geçmişti; babaları zırıl zırıl sarhoş konuşurken, hiçbir şey işitmemişlerdi herhalde… Behçet, iyice dalıp horlamaya başladıktan sonra, ben Kur’an’ımı alıp Turhan’ın ruhuna bir Yasin okudum. Ne diyeyim; Allah kabul etsin…’ syf 16

  ‘…Yeni masa üzerinde, çok şükür, rahatça mektuplarımı ve de kafadan uydurduğum çocuk hikâyelerimi yazıyordum; bir de çoktan vefat etmiş olan annemle babama Kur’an-ı Kerim’in Türkçesinden ‘Yasin’ okudum, sonra da büyük işe geçtim. Kur’an’ı baştan sonra okumaya karar vermiştim ve bir ‘Bismillah’ çekip başladım… Eh ne kadar sürerse sürsün, sabırla, anlamaya çalışarak her gün, zamanıma göre bir miktar çalışıyordum… Kabul olunu mu?... Niçin kabul olmasın ki?! En Yüce Olan biliyor; ben A’dan Z’ye samimiyim. Eskiden böyle dini konulara biraz uzaktım galiba, annemin evinde tabi… Babamın vefatı ile zaten, Kur’an ve dini konulardaki kitaplar; kitap rafının en üstüne kalkmıştı. Tabi ben, el merdivenini sürükleye sürükleye kütüphaneye götürür, üzerine tırmanıp Kur’an’ı indirir ve okurdum… Annem, dile hiç ilgisi olmadığı halde, benimle uğraşmak istemedi herhalde; zaten olay onun hastalığının başlangıcındaydı…
Annemi pek tabii, öyle Kur’an okurken falan hiç görmedim; yalnız herhalde bir vazife bilip; babamın dindar olduğunu ve nerede olursa olsun muntazam namaz kıldığını söylemişti...’ syf 23

   ‘…Babası arkadaşımdı biliyorsun Sevgi, annesi de tabii yengemdi; o da pek güzel, aklı başında bir kadındı; haa bak kocası vefat ettikten sonra, yeniden evlendirmek isteyenlere, cevabı hazırdı. ‘Benim hem bir genç kızım var, hem de çok sevdiğim hiç unutamadığım bir kocam vardı.’ Böyle birkaç kelimelik şeyler söylerdi rahmetli kadın demiş Remzi ağabey. ‘Yüce Allah gani gani rahmet etsin. Biliyor musunuz kadıncağızla da pek çok evlenmek isteyen oldu ama, o, hiç birini kabul etmedi, kısa bir süre sonra da, Ayşe Hanım da vefat edip gitmiş işte; bu ağır kalp hastalıkları çok önemli; mutlaka hastaneye gitmek, çok iyi tedavi, vesaire vesaire… gerekiyor ; mutlak takip edilmek gerekiyor… Ayşe Hanım’ın vefatına ‘kalp’ dediler, ama bilemiyoruz artık… İkisinin de mezarlarını bir kere daha ziyaret ettim. Dualarımı okudum. Yani son vazifelerimi yaptım sayılır; tabii Kur’an’dan Yasin okumayı da, ihmal etmedim, okudum şükür; kızım sen sen ol, böyle olaylarda ne yapacağını bil…' syf 60

   ‘…Yavru kızım hayırlı olsun… İnşallah hayırlısı ile mutlu çok mutlu olursun; senin için bir Yasin-i Şerif okuyacak ve dua edeceğim, demişti bana, düğün gecemde…’ syf 104

   ‘…N’olursun kızım n’olursun ben ölmeden; senin Kur’an-ı Kerim’i, hiç olmazsa bir kere baştan sonra devrettiğini bileyim, dedi…’ syf 116

   ‘…Öldür beni Allah’ım! diye dua etmiyorum, dedim; ‘Fatma Hanım’ı biliyorsun; o, hem ikide bir Kur’an’ı hatmeder, hem de dini kitaplar okuyup; öğrendiklerini bana ve çocuklara anlatır… O söyledi işte; ölümü istemek de bir anlamda günahmış; bizler ne biliriz ki; Allah bilir elbet. Ben de işte artık sustum, ölümün lafını bile etmiyorum!...’ syf 165

    ‘…Öyle de oldu; meğer haklıymışsın be Sevgi, hem de çok, ancak; ben cidden şaşkınmışım!.. İşte bu günlere kadar, kendimi Behçet doğru düzgün bir bey olsun; evine, bana, çocuklarına dönsün, beraberce mutlu bir hayatımız olsun, diye dua edip duruyordum… Evet, ilk Kur’an okumaya başlayan çocuklar gibi gönlümün taa içinden dua ederdim ve her namazda o duaları tekrarlardım. Onların tümü; Behçet’in sevgilileri gibi geçti gitti, yok oldu Sevgi arkadaşım, evet, geçti canım, sen haklıymışsın!.. Sen biliyordun, görüyordun; bense gerçekten kafayı yemişim; sanki ben ona ne kadar değer verirsem o da bana o kadar değer verir sanmışım! Ben ona ne kadar iyi davranırsam, Behçet de bana elbet iyi davranır sandım. Yine karşıma çıktı; bu ‘sanma!’ evet Behçet de benim kadar iyi olur sanmıştım. Şimdi bana çok saçma geliyor ama ne yapayım yani; bir kere bozmuşum kafamı. ‘sanmak’la ümit etmekle ve de hayal kurmakla! Yani çeşitler içinde bir ‘aptal çeşit’ gönlüm olmalı! İşte böylece sonuç; sıfıra sıfır…’ syf 167

  Tasavvuf bir İslam mistisizmidir. İslamiyet’te tasavvufun ne zaman ve nasıl başladığı bilinmemektedir. Tasavvuf akıl ve felsefe üstü olan İslam vahiylerinin mistik bir yorumu ve yaşanmasıdır. 

   ‘…Remzi ağabeyse içi temiz, yüzü temiz, giyip çıkardığı temiz; tertemiz bir adamdır o !... Gecekondulara yardıma giderken bir fakir gibi görünmek ister, fakir fukara giysilerini giyer, dilini biraz ‘senli benli yapar’, öyle konuşur… Böyle roller içindedir, hiç aklıma gelmedi sebebini sormak, bir kere yürekten inanmışım ve baba bilmişim onu, kendi babamı hasta yatağında yatan, bazen karyolasının yanından geçerken, beni yakalamaya çalışan elini hatırlar gibiyim… babam acaba şimdi benim namaz kıldığımı bilirse, memnun olur mu?... Annemin bana söylediği gibi gözünden hiçbir şey kaçmazmış ama... Fakat şimdi ona nasıl sorulabilir ki?.. Doğrusu bir gün isterim bu konuyu onunla konuşmayı, yani İslamiyet hakkında konuşmayı; istersen İslamiyet’in şartlarını kabul edersin; günde beş vakit namaz kılmayı, bir aylık orucu şüphesiz insandan hayvanlara kadar iyi gözle bakmayı; karşımdakine iyi davranmayı yani bunları konuşmayacak mıyım?.. Mesela namaz kılmak konusunda, kim bize mani olabilir ki? Mesele, içinden, taa en içinden gelmesi, yoksa adet olmuş diye kılınmaz namaz!.. Tabii Yüce Allah’a kalpten inanmak, emirlerine kayıtsız şartsız uymak lazımdır, amma velakin gereğinden fazlası da fazladır, mesela zaman zaman bana, sünnet kılmak zor gelir. O zaman yalnız farzları kılarım. Bence önemli olan; Allah’ın emirlerine elinden geldiği kadar uymaya çalışmaktır. Neyse bu da namaz faslıydı, bitti artık, daha fazla konuşmayacağım…’syf 139-140

   ‘…O insan canlısı Remzi ağabeyim, annemin ciddiyetini ve soğukluğunu hemen sezmiş, biraz şaşırmış ama, hiç de olumsuz bir laf etmemiş. Annem Ayşe Gül Arda ise Işık’la Sevgi’nin arkasından dua edeceğini söylemiş ve ilave etmiş…’ syf 42

   ‘…Arada sırada, namaz kıldığım da oluyor bittabi. Bilirim, namaz kılmayı yıllar önce biraz Fatma kız, biraz da annem öğretmişlerdi bana… O da kılardı, bazen!... Allah Allah, o sosyetik ve kitap okuma faresi bin türlü işle uğraşmış annem mi?!... Sanırım bu davranış kocasının, babamın etkisi; o şehir, bu kasaba derken, babam herkesten gizli namazlarını kılmış ya! Ben asla tahmin etmezdim bunu; annem söylemişti...’ syf 118

   ‘…Evlatçığım dedi, bu cumartesi öğleden sonra, on beş falan kadın arkadaşım misafir gelecek bize. Ne olur, sen de gelip bana yardım edersen, cidden bir yardım meleği kadar sevap kazanırsın; akşam namazında da mutlaka senin için dua ederim. Ne dersin güzel kızım?...’ syf 72

   Eski Türklerde can ve ruh kavramını ‘tın’ kelimesi ile ifade etmişlerdir. Çağdaş Şamanist Türk boylarından Yakutlar ruh-can kavramını tın, kut, sür kelimeleri ile ifade ederler. Tın kelimesi aynı zamanda esinti, rüzgâr ve nefes anlamlarına da gelir. Kut, toprak, rüzgâr ve ana-kut denilen üç unsurdan oluşmuştur. Tın vücuttan ayrılırsa ölüm meydana gelir, fakat kut ayrılırsa ölüm olmaz.

   ‘…Öldür beni Allah’ım! diye dua etmiyorum, dedim; ‘Fatma Hanım’ı biliyorsun; o, hem ikide bir Kur’an’ı hatmeder, hem de dini kitaplar okuyup; öğrendiklerini bana ve çocuklara anlatır… O söyledi işte; ölümü istemek de bir anlamda günahmış; bizler ne biliriz ki; Allah bilir elbet. Ben de işte artık sustum, ölümün lafını bile etmiyorum!...’ syf 165

   Kendisi evli olduğu zamanlarda, karısı başka bir adama âşık olur ve kaçmaya karar verir. Gece uyumak için yataklarına girdikten sonra karısı kalkar, bohçasını da aldıktan sonra pabuçlarını giyer ve ardına bakmadan kaçmaya başlar. Biraz sonra ayağına bir şeyin vurduğunu fark eder. Pabuçlarını çıkardığına gördüklerine inanamaz. Âşık Veysel’in tüm parası oradadır. Kaçacağını anlayıp sahip olduğu her şeyi eşine bırakmıştır. Ayrıca parayla beraber bir kâğıt bulur ve o kâğıtta şu yazılıdır:    

‘… Al bu para ananın sütü gibi helal olsun, gittiğin yerde kendini ezdirme. Bir de güzelliğin on para etmez bu bendeki aşk olmasa’ Hakikat bir kelime neyi anlatmak için konulmuşsa, bu kelimenin o manada kullanılmasıdır. Bu sözün altında yatan hakikat bu sözün aslını bize yansıtır. Mutasavvıflara göre kulun erişebileceği en yüce mertebe budur. Mevlana Mesnevi’sinde şeriat bir muma benzer, yol gösterir. Ama ele mum almakla yol alınamayacağı gibi ele mum almasan da yol alınmış olmaz. Yola düştün mü şu gidişin tarikattır: dilediğine eriştin mi bu, hakikattır. Yunus Emre, çeşitli Türk edebiyatçıları da bu konu üzerinde görüşlerini, fikirlerini sunmuşlardır. Yazarımız da Âşık Veysel’in sözü üzerinden bu konuya değinmektedir. Romanımızda şöyle geçer: 

   ‘…Güzelliğin on par’etmez / Bu bendeki aşk olmasa!...



   Âşık Veysel’e rahmet dualarımla… Ben de aşk meşk vs. bile yok! Eğer yalancıysa, çapkınsa yani her önüne çıkan kıza sarkıyorsa ve huyu suyu hiç belli değilse, şık giyinmek, hatta yakışıklı olmak bile on para etmez!.. Böylece, bir hakikati daha yaşayarak öğrenmiş bulundum…’ syf 80

Güzelliğin o par’etmez
Bu bendeki aşk olmasa
Eğlenecek yer bulaman
Gönlümdeki köşk olmasa

Tabirin sığmaz kaleme
Derdin dermandır yareme
İsmin yayılmazdı d’aleme
Âşıklarda meşk olmasa

Kim okurdu kim yazardı
Bu düğümü kim çözerdi
Koyun kurt ile gezerdi
Fikir başka başk’olmasa

Güzel yüzün görülmezdi
Bu aşk bende dirilmezdi
Güle kıymet verilmezdi
Âşık ve maşuk olmasa

Senden aldım bu feryadı
Bu imiş dünyanın tadı
Anılmazdı Veysel adı
O sana âşık olmasa
Âşık Veysel ŞATIROĞLU


   ‘…Nihayet anladım ki; sıkıntılarım ve de, ikide bir gidip gelip kalbimi, devamlı hızla çarpıtan şey önemli değil!.. O şey, her ne ise de hiç mühim değil; yok sayacaksın tümünü; bütün ağrılarını, sızılarını; şaşırıp kaldığın her şeyi ciddiye almayacaksın; düşünmeyeceksin, tek tek incelemeyeceksin, sadece yüzünde bir tebessümle seyredeceksin; ama belki de nefret edeceksin ve ne olacaksa olacak en önemlisi perde kapanacak!.. Ve işte inşallah yakında bir gün; perde kapanacak. Çünkü ruhun uçup gitmiş olacak!..’ syf 95

   ‘…Çok şükür; Aziz başta, sonra Gül ve Seval de ; masal ne demektir, hikaye, roman, hatıra ne demektir; gerçek nedir, ne değildir falan; bu gibi şeyleri az çok bilirler… Mesela bana göre; ‘gerçek’ kelimesi; ‘Yüce Allah’ı’ dolayısı ile İslamiyet’i bilmeye, anlatmaya ufacık bir başlangıçtır…’ syf 207

   Her şeyin bir başlangıcı, bir de sonu vardır. Eğer bu başlangıç ve son aynı noktada birleşiyorsa, o birleşme noktası esas, gerisi teferruattır. Kâinat da bu kuralın dışında değildir. Onun da bir başlangıcı vardır. İşte o nokta-yı kübra diye kabul edilen o başlangıç noktasına Allah denir. Romanımızda da ‘Allah’ kelimesini yazarımız sık sık kullanmıştır: 

   ‘…Çok sonradan öğrendiğim kadarı ile babam MİT’te çalışıyormuş, sık sık seyahat edermiş… Hastalığı da, çok ağrılı ve tabii acılı imiş, kansermiş ve maalesef uzun da sürmüş!.. Bütün giderlerin hepsine birden Allah’tan rahmet dilemek gerek herhalde…’ syf 48

   ‘…Yüce Allah’a şükürler olsun ki; babam o evi anneme düğün hediyesi olarak almış, sonra sıra evi döşemeye gelmiş, eşyalar falan alınmış; ben kendime geldiğim yaşlarda; her oda, güzel ve zarif bir düzen içindeydi ve sanki her şey, eşyaların tümü çok zarif ve güzeldi…’ syf 56-57

*Yazmış olduğum yazı ve içeriğindeki video tarafıma aittir. Kullanılması durumunda yasal işlem başlatılacaktır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Emine Isınsu'nun Eserleri

BUKAGI (EMİNE ISINSU) ROMANININ TAHLILI

Dil Göstergesinin Özellikleri