Emine Isınsu ''Bir Aile'' Roman Tahlili
Bir Aile
IŞINSU, Emine, Bilge Kültür Sanat Yayınları, Şubat
2013
Roman
İncelemesi
1)
Olayın
(vakanın) Özeti
Roman Işık’ın hayatı
üzerinden yol alınarak anlatılmıştır ve vaka onun söylediği ilk yalanla başlar.
Işık, kendi halinde bir yazardır, yazmayı çok sever ve bundan hiç vazgeçmez.
Yazma sevgisi çocukluğunda başlamıştır. Remzi ağabeyi ve Sevgi de onu yazarlık
konusunda destek veren iki dostudur. Sevgi de aslında yazar olmak istemektedir
ve onun kendisinden önce köşe yazarlığına kabul edilmiş oluşu onu biraz kıskançlığa
biraz da üzüntüye sürüklemiştir. Işık ve Behçet yazları Tanaşa’da geçirirler.
Tanaşadaki o küçük derme çatma ev aslında Behçet’in kumarda Turhan’ın ölümü
üzerine kazandığı fakat Işık’ın bunu sonradan öğrendiği evdir. Behçet serbest
meslek yaptığı yalanı ile Işık ile evlenir ve hem Işık hem akrabaları bunu çok
sonradan öğrenmiştir. Fakat Işık buna hiç şaşırmaz zaten çocukluğu da zorluklarla
geçmiştir. Annesi Dil ve Tarih Coğrafya fakültesinde profesördür. Babası MİT'te
çalışır ve sürekli iş için şehir dışına çıkmaktadır. İki kardeşi var, Ersin
ağabey ve Ömer ağabey. Fakat Ersin ağabeyi ihmalden vs nedenlerden küçük yaşta
vefat eder. Ömer ağabeyi ise akciğer kanseri olan babasının ölümünden sonra evi
‘Allahaısmarladık’ diyerek terk eder ve Kanada’ya gider. Bir daha geri dönmez.
Annesi kendi halindeyken bir gün Işık onu uyandırmaya gider ve onun ellerini
tuttuğunda buz gibi olduğunu fark eder. O da ölmüştür. Çocukluğu böylesine zor
geçen Işık onu isteyen Behçet ile evlenir. Aziz adında oğulları olmuştur ve daha
sonra Ergün adında diğer oğlu. Fakat Ergün hastalanır ve yüksek ateşten ölür.
Daha sonra iki kız çocuğu daha olur, Gül ve Seval. Oğlunu daha çok sevdiğini
düşünür Işık fakat onun gözünde evlatlarının hepsi değerlidir. Oğlu Aziz de çok
başarılıdır, Dil ve Tarih- Coğrafya fakültesinden mezun olur. Kızları ise
lisede okumaktadırlar. Işık tüm zorluklara rağmen yazmayı sürdürmeye
çalışmaktadır. Fakat evliliği hiç parlak gitmez. Behçet onu aldatır, sevmez,
üstelik çocuklarına da ilgi göstermez. Işık kendi iç dünyası ile yüzleşir.
Sürekli olarak geçmişe gider ve oradan kendine ders çıkarmaya çalışmaktadır.
Romanın sonunda artık Behçet ile yapamayacağının farkına varan Işık, artık
boşanma ve Emre Tunç ile evlenip ömrünün geri kalanını mutlu bir şekilde
sürdürme arzusu taşır. Emre Tunç ile evlenir ve roman sona erer.
2)
Kişi Kadrosu
a.
Asıl Kişiler
Işık:
Ana karakterdir. Yazmayı sever. Yaşamı zorluklarla geçse de kendinden emin bir
kadındır. Dört çocuk annesidir. Birini kaybetmiştir.
Behçet:
Serbest işle meşgul olduğunu söylese de boş gezenin boş kalfasıdır. Sürekli
içer. Kaba ve kırıcı birisidir. Işık’ın eşidir.
Aziz:
Işık ve Behçet’in oğullarıdır. Azimli ve çalışkandır. Dil ve Tarih Coğrafya
fakültesinden mezun olur.
Remzi
ağabey: Behçet’in babasıdır. Işık anne ve babasını
kaybettiğinde ona çok yardımcı olur ve maddi manevi destek çıkar.
Sevgi:
Işık’ın arkadaşı. Ona hem çocukluğunda hem gençliğinde destek olur.
b.
Yardımcı Kişiler
Ergün:
Işık ve Behçet’in ateşten dolayı ölen küçük bebekleridir.
Gül:
Işık ve Behçet’in kızları.
Seval:
Işık ve Behçet’in kızları.
Turhan:
Behçet’in arkadaşı. Onu kumar masasında kandırıp evine el koymuştur.
Fatma
kız:
Işık’ın çocukluk arkadaşı.
Ayşe
Gül Arda Hanımefendi: Işık’ın annesi. İlgisiz bir annedir.
Kocasını da pek sevdiği hissedilmiyor. Kızı ile aralarındaki ilişki çok zayıf.
Ersin
ağabey: Işık’ın vefat eden ağabeyi.
Ömer
ağabey: Babasının vefat ettiği gün evi terk edip Kanada’ya
kaçan Işık’ın diğer ağabeyi.
Ayşe
hala: Oldukça ilgili, temiz kalpli bir hala.
Zehra
Hanım: Remzi ağabeyin eşi vefat ettikten sonra evlendiği
kadın.
Tuncal:
Sevgi’nin erkek arkadaşı.
Emre
Tunç: Gazetede köşe yazarı. Romanın sonunda Işık ile
evlenir.
Kara
Kız:
Gül ve Seval’in kedisi.
Meral:
Aziz’in kız arkadaşı.
c.
Kişiler Arasındaki İlişkiler
Behçet
– Işık: İki eş arasındaki ilişkinin pek sıkı fıkı olduğu
söylenemez. Evlilikleri bir aşk ile başlamamış. Birbirlerine söyledikleri
yalanlar çok fazla. Behçet eşinin yazmasına karşı, Işık ise biraz da olsa ondan
çekiniyor ve korkuyor. Çocuklarının oluşu iki eşi birbirine bağlar diye
düşündürse de bu gerçekleşmemiştir.
Işık
– Ayşe Gül Arda Hanımefendi: Anne kız ilişkisi
bildiğimiz ilişkilerden çok farklı. Işık annesi öldüğünde bile çok fazla
üzülmediğini açıklamıştır. Annesi hem kızına hem de diğer iki oğlu Ersin ve
Ömer’e karşı çok soğuk davranmıştır. Onun işi ve yazdığı şeyler çocuklarından
önde gelmiştir. Bu durum da araya büyük bir soğukluk getirmiştir.
3)
Olayın Geçtiği Mekânlar
· Bandırma
· Tanaşa
· Ankara
· İstanbul ( Kadıköy – Taksim)
Olayda adı geçen diğer mekânlar
ise: Kanada, Sarıkamış
4)
Zaman
Romanda zaman belirgin
olmamakla birlikte sürekli geçmişe gidilerek anılar üzerinden aktarılmıştır.
5)
Anlatıcının Bakış Açısı
Anlatıcı romanı hâkim
bakış açısı ile yazmıştır. Yaşanmış, yaşanan ve yaşanacak olan her şeyi bilir,
görür ve duyar. Kahramanların gönlü veya kafasından geçenleri okumaya kadar
uzanır. Anlatıcı, anlattığı olayların dışında durur, gören durumundadır.
6)
Dil ve Anlatım Özellikleri
a.
Anlatım Türleri
Romanda hâkim olan iki
anlatım türü öyküleyici ve betimleyici anlatımdır.
b.
Dil ve Üslup Özellikleri
Roman akıcı bir dil ile
yazılmıştır. Dil sade ve anlaşılırdır.
7)
Romanın Türü
Roman, sosyal romandır.
8)
Romanın Konu ve Teması
Konu:
Işık’ın hayatı ve hayatını yönlendiren çarpık ilişkiler ele alınmıştır.
Tema:
Işık’ın
çocukluğu, gençliği ve daha sonra eş ve anne olma yolculuğu içerisinde yaşamış
olduğu sıkıntılar, kişisel buhranlar, sevgisizlik ve bunlar sonucunda yapılan
yanlış evlilik ve kurulan mutsuz yuva üzerinden toplumun aile kurumu
eleştirilmiş, yanlış ilişkiler gözler önüne serilmiştir.
9)
Tasavvuf
Tasavvufun kaynakları
konusunda çeşitli düşünceler ileri sürülmüştür. Tasavvuf düşüncesini
şekillendiren, kimlik kazandıran ve yönünü belirleyen asıl inancın İslam dini
olduğu konusunda birlik vardır. Tasavvufun ana kaynağı Kur’an-ı Kerim, hadis ve sünnetle aktarılan bilginin tamamıdır.
Tasavvufun önemi, ‘Kur’an’ ve ‘hadis’ ile belirtilen ‘kalb-i selim’ ve ‘takva’
ile sevgi ve kulluk dolu bir gönül sahibi olmaktır.
En önemli tasavvuf
terimleri de doğrudan doğruya Kur’an’dan alınmıştır. Romanda bu konuyu Emine
Işınsu şu şekilde işlemektedir:
‘…Sanırım burada onu dinlerken benim tüylerim de diken diken olmuştu.. Çocuklar uyuyalı epey geçmişti; babaları zırıl zırıl sarhoş konuşurken, hiçbir şey işitmemişlerdi herhalde… Behçet, iyice dalıp horlamaya başladıktan sonra, ben Kur’an’ımı alıp Turhan’ın ruhuna bir Yasin okudum. Ne diyeyim; Allah kabul etsin…’ syf 16
‘…Sanırım burada onu dinlerken benim tüylerim de diken diken olmuştu.. Çocuklar uyuyalı epey geçmişti; babaları zırıl zırıl sarhoş konuşurken, hiçbir şey işitmemişlerdi herhalde… Behçet, iyice dalıp horlamaya başladıktan sonra, ben Kur’an’ımı alıp Turhan’ın ruhuna bir Yasin okudum. Ne diyeyim; Allah kabul etsin…’ syf 16
‘…Yeni
masa üzerinde, çok şükür, rahatça mektuplarımı ve de kafadan uydurduğum çocuk hikâyelerimi
yazıyordum; bir de çoktan vefat etmiş olan annemle babama Kur’an-ı Kerim’in
Türkçesinden ‘Yasin’ okudum, sonra da büyük işe geçtim. Kur’an’ı baştan sonra
okumaya karar vermiştim ve bir ‘Bismillah’ çekip başladım… Eh ne kadar sürerse
sürsün, sabırla, anlamaya çalışarak her gün, zamanıma göre bir miktar
çalışıyordum… Kabul olunu mu?... Niçin kabul olmasın ki?! En Yüce Olan biliyor;
ben A’dan Z’ye samimiyim. Eskiden böyle dini konulara biraz uzaktım galiba,
annemin evinde tabi… Babamın vefatı ile zaten, Kur’an ve dini konulardaki
kitaplar; kitap rafının en üstüne kalkmıştı. Tabi ben, el merdivenini sürükleye
sürükleye kütüphaneye götürür, üzerine tırmanıp Kur’an’ı indirir ve okurdum…
Annem, dile hiç ilgisi olmadığı halde, benimle uğraşmak istemedi herhalde;
zaten olay onun hastalığının başlangıcındaydı…
Annemi
pek tabii, öyle Kur’an okurken falan hiç görmedim; yalnız herhalde bir vazife
bilip; babamın dindar olduğunu ve nerede olursa olsun muntazam namaz kıldığını
söylemişti...’ syf 23
‘…Babası
arkadaşımdı biliyorsun Sevgi, annesi de tabii yengemdi; o da pek güzel, aklı
başında bir kadındı; haa bak kocası vefat ettikten sonra, yeniden evlendirmek
isteyenlere, cevabı hazırdı. ‘Benim hem bir genç kızım var, hem de çok sevdiğim
hiç unutamadığım bir kocam vardı.’ Böyle birkaç kelimelik şeyler söylerdi
rahmetli kadın demiş Remzi ağabey. ‘Yüce
Allah gani gani rahmet etsin. Biliyor musunuz kadıncağızla da pek çok
evlenmek isteyen oldu ama, o, hiç birini kabul etmedi, kısa bir süre sonra da,
Ayşe Hanım da vefat edip gitmiş işte; bu ağır kalp hastalıkları çok önemli;
mutlaka hastaneye gitmek, çok iyi tedavi, vesaire vesaire… gerekiyor ; mutlak
takip edilmek gerekiyor… Ayşe Hanım’ın vefatına ‘kalp’ dediler, ama bilemiyoruz artık… İkisinin de mezarlarını bir
kere daha ziyaret ettim. Dualarımı
okudum. Yani son vazifelerimi yaptım sayılır; tabii Kur’an’dan Yasin okumayı
da, ihmal etmedim, okudum şükür; kızım sen sen ol, böyle olaylarda ne
yapacağını bil…' syf 60
‘…Yavru
kızım hayırlı olsun… İnşallah hayırlısı ile mutlu çok mutlu olursun; senin için
bir Yasin-i Şerif okuyacak ve dua
edeceğim, demişti bana, düğün gecemde…’ syf 104
‘…N’olursun
kızım n’olursun ben ölmeden; senin Kur’an-ı
Kerim’i, hiç olmazsa bir kere baştan sonra devrettiğini bileyim, dedi…’ syf
116
‘…Öldür
beni Allah’ım! diye dua etmiyorum, dedim; ‘Fatma Hanım’ı biliyorsun; o, hem
ikide bir Kur’an’ı hatmeder, hem de
dini kitaplar okuyup; öğrendiklerini bana ve çocuklara anlatır… O söyledi işte;
ölümü istemek de bir anlamda günahmış; bizler ne biliriz ki; Allah bilir elbet.
Ben de işte artık sustum, ölümün lafını bile etmiyorum!...’ syf 165
‘…Öyle de oldu; meğer haklıymışsın be Sevgi,
hem de çok, ancak; ben cidden şaşkınmışım!.. İşte bu günlere kadar, kendimi
Behçet doğru düzgün bir bey olsun; evine, bana, çocuklarına dönsün, beraberce
mutlu bir hayatımız olsun, diye dua edip duruyordum… Evet, ilk Kur’an okumaya başlayan çocuklar gibi
gönlümün taa içinden dua ederdim ve her namazda o duaları tekrarlardım. Onların
tümü; Behçet’in sevgilileri gibi geçti gitti, yok oldu Sevgi arkadaşım, evet,
geçti canım, sen haklıymışsın!.. Sen biliyordun, görüyordun; bense gerçekten
kafayı yemişim; sanki ben ona ne kadar değer verirsem o da bana o kadar değer
verir sanmışım! Ben ona ne kadar iyi davranırsam, Behçet de bana elbet iyi
davranır sandım. Yine karşıma çıktı; bu ‘sanma!’ evet Behçet de benim kadar iyi
olur sanmıştım. Şimdi bana çok saçma geliyor ama ne yapayım yani; bir kere
bozmuşum kafamı. ‘sanmak’la ümit etmekle ve de hayal kurmakla! Yani çeşitler
içinde bir ‘aptal çeşit’ gönlüm olmalı! İşte böylece sonuç; sıfıra sıfır…’ syf
167
Tasavvuf bir İslam
mistisizmidir. İslamiyet’te tasavvufun ne zaman ve nasıl başladığı
bilinmemektedir. Tasavvuf akıl ve felsefe üstü olan İslam vahiylerinin mistik
bir yorumu ve yaşanmasıdır.
‘…Remzi ağabeyse içi temiz, yüzü temiz, giyip çıkardığı temiz; tertemiz bir adamdır o !... Gecekondulara yardıma giderken bir fakir gibi görünmek ister, fakir fukara giysilerini giyer, dilini biraz ‘senli benli yapar’, öyle konuşur… Böyle roller içindedir, hiç aklıma gelmedi sebebini sormak, bir kere yürekten inanmışım ve baba bilmişim onu, kendi babamı hasta yatağında yatan, bazen karyolasının yanından geçerken, beni yakalamaya çalışan elini hatırlar gibiyim… babam acaba şimdi benim namaz kıldığımı bilirse, memnun olur mu?... Annemin bana söylediği gibi gözünden hiçbir şey kaçmazmış ama... Fakat şimdi ona nasıl sorulabilir ki?.. Doğrusu bir gün isterim bu konuyu onunla konuşmayı, yani İslamiyet hakkında konuşmayı; istersen İslamiyet’in şartlarını kabul edersin; günde beş vakit namaz kılmayı, bir aylık orucu şüphesiz insandan hayvanlara kadar iyi gözle bakmayı; karşımdakine iyi davranmayı yani bunları konuşmayacak mıyım?.. Mesela namaz kılmak konusunda, kim bize mani olabilir ki? Mesele, içinden, taa en içinden gelmesi, yoksa adet olmuş diye kılınmaz namaz!.. Tabii Yüce Allah’a kalpten inanmak, emirlerine kayıtsız şartsız uymak lazımdır, amma velakin gereğinden fazlası da fazladır, mesela zaman zaman bana, sünnet kılmak zor gelir. O zaman yalnız farzları kılarım. Bence önemli olan; Allah’ın emirlerine elinden geldiği kadar uymaya çalışmaktır. Neyse bu da namaz faslıydı, bitti artık, daha fazla konuşmayacağım…’syf 139-140
‘…Remzi ağabeyse içi temiz, yüzü temiz, giyip çıkardığı temiz; tertemiz bir adamdır o !... Gecekondulara yardıma giderken bir fakir gibi görünmek ister, fakir fukara giysilerini giyer, dilini biraz ‘senli benli yapar’, öyle konuşur… Böyle roller içindedir, hiç aklıma gelmedi sebebini sormak, bir kere yürekten inanmışım ve baba bilmişim onu, kendi babamı hasta yatağında yatan, bazen karyolasının yanından geçerken, beni yakalamaya çalışan elini hatırlar gibiyim… babam acaba şimdi benim namaz kıldığımı bilirse, memnun olur mu?... Annemin bana söylediği gibi gözünden hiçbir şey kaçmazmış ama... Fakat şimdi ona nasıl sorulabilir ki?.. Doğrusu bir gün isterim bu konuyu onunla konuşmayı, yani İslamiyet hakkında konuşmayı; istersen İslamiyet’in şartlarını kabul edersin; günde beş vakit namaz kılmayı, bir aylık orucu şüphesiz insandan hayvanlara kadar iyi gözle bakmayı; karşımdakine iyi davranmayı yani bunları konuşmayacak mıyım?.. Mesela namaz kılmak konusunda, kim bize mani olabilir ki? Mesele, içinden, taa en içinden gelmesi, yoksa adet olmuş diye kılınmaz namaz!.. Tabii Yüce Allah’a kalpten inanmak, emirlerine kayıtsız şartsız uymak lazımdır, amma velakin gereğinden fazlası da fazladır, mesela zaman zaman bana, sünnet kılmak zor gelir. O zaman yalnız farzları kılarım. Bence önemli olan; Allah’ın emirlerine elinden geldiği kadar uymaya çalışmaktır. Neyse bu da namaz faslıydı, bitti artık, daha fazla konuşmayacağım…’syf 139-140
‘…O
insan canlısı Remzi ağabeyim, annemin ciddiyetini ve soğukluğunu hemen sezmiş,
biraz şaşırmış ama, hiç de olumsuz bir laf etmemiş. Annem Ayşe Gül Arda ise
Işık’la Sevgi’nin arkasından dua edeceğini
söylemiş ve ilave etmiş…’ syf 42
‘…Arada
sırada, namaz kıldığım da oluyor
bittabi. Bilirim, namaz kılmayı yıllar önce biraz Fatma kız, biraz da annem
öğretmişlerdi bana… O da kılardı, bazen!... Allah Allah, o sosyetik ve kitap
okuma faresi bin türlü işle uğraşmış annem mi?!... Sanırım bu davranış
kocasının, babamın etkisi; o şehir, bu kasaba derken, babam herkesten gizli
namazlarını kılmış ya! Ben asla tahmin etmezdim bunu; annem söylemişti...’ syf
118
‘…Evlatçığım
dedi, bu cumartesi öğleden sonra, on beş falan kadın arkadaşım misafir gelecek
bize. Ne olur, sen de gelip bana yardım edersen, cidden bir yardım meleği kadar
sevap kazanırsın; akşam namazında da
mutlaka senin için dua ederim. Ne dersin güzel kızım?...’ syf 72
Eski Türklerde can ve
ruh kavramını ‘tın’ kelimesi ile ifade etmişlerdir. Çağdaş Şamanist Türk
boylarından Yakutlar ruh-can kavramını tın, kut, sür kelimeleri ile ifade
ederler. Tın kelimesi aynı zamanda esinti, rüzgâr ve nefes anlamlarına da
gelir. Kut, toprak, rüzgâr ve ana-kut denilen üç unsurdan oluşmuştur. Tın
vücuttan ayrılırsa ölüm meydana gelir, fakat kut ayrılırsa ölüm olmaz.
‘…Öldür beni Allah’ım! diye dua etmiyorum, dedim; ‘Fatma Hanım’ı biliyorsun; o, hem ikide bir Kur’an’ı hatmeder, hem de dini kitaplar okuyup; öğrendiklerini bana ve çocuklara anlatır… O söyledi işte; ölümü istemek de bir anlamda günahmış; bizler ne biliriz ki; Allah bilir elbet. Ben de işte artık sustum, ölümün lafını bile etmiyorum!...’ syf 165
‘…Öldür beni Allah’ım! diye dua etmiyorum, dedim; ‘Fatma Hanım’ı biliyorsun; o, hem ikide bir Kur’an’ı hatmeder, hem de dini kitaplar okuyup; öğrendiklerini bana ve çocuklara anlatır… O söyledi işte; ölümü istemek de bir anlamda günahmış; bizler ne biliriz ki; Allah bilir elbet. Ben de işte artık sustum, ölümün lafını bile etmiyorum!...’ syf 165
Kendisi evli olduğu
zamanlarda, karısı başka bir adama âşık olur ve kaçmaya karar verir. Gece
uyumak için yataklarına girdikten sonra karısı kalkar, bohçasını da aldıktan
sonra pabuçlarını giyer ve ardına bakmadan kaçmaya başlar. Biraz sonra ayağına
bir şeyin vurduğunu fark eder. Pabuçlarını çıkardığına gördüklerine inanamaz. Âşık
Veysel’in tüm parası oradadır. Kaçacağını anlayıp sahip olduğu her şeyi eşine
bırakmıştır. Ayrıca parayla beraber bir kâğıt bulur ve o kâğıtta şu yazılıdır:
‘… Al bu para ananın sütü gibi helal olsun, gittiğin yerde kendini ezdirme. Bir de güzelliğin on para etmez bu bendeki aşk olmasa’ Hakikat bir kelime neyi anlatmak için konulmuşsa, bu kelimenin o manada kullanılmasıdır. Bu sözün altında yatan hakikat bu sözün aslını bize yansıtır. Mutasavvıflara göre kulun erişebileceği en yüce mertebe budur. Mevlana Mesnevi’sinde şeriat bir muma benzer, yol gösterir. Ama ele mum almakla yol alınamayacağı gibi ele mum almasan da yol alınmış olmaz. Yola düştün mü şu gidişin tarikattır: dilediğine eriştin mi bu, hakikattır. Yunus Emre, çeşitli Türk edebiyatçıları da bu konu üzerinde görüşlerini, fikirlerini sunmuşlardır. Yazarımız da Âşık Veysel’in sözü üzerinden bu konuya değinmektedir. Romanımızda şöyle geçer:
‘…Güzelliğin on par’etmez / Bu bendeki aşk olmasa!...
‘… Al bu para ananın sütü gibi helal olsun, gittiğin yerde kendini ezdirme. Bir de güzelliğin on para etmez bu bendeki aşk olmasa’ Hakikat bir kelime neyi anlatmak için konulmuşsa, bu kelimenin o manada kullanılmasıdır. Bu sözün altında yatan hakikat bu sözün aslını bize yansıtır. Mutasavvıflara göre kulun erişebileceği en yüce mertebe budur. Mevlana Mesnevi’sinde şeriat bir muma benzer, yol gösterir. Ama ele mum almakla yol alınamayacağı gibi ele mum almasan da yol alınmış olmaz. Yola düştün mü şu gidişin tarikattır: dilediğine eriştin mi bu, hakikattır. Yunus Emre, çeşitli Türk edebiyatçıları da bu konu üzerinde görüşlerini, fikirlerini sunmuşlardır. Yazarımız da Âşık Veysel’in sözü üzerinden bu konuya değinmektedir. Romanımızda şöyle geçer:
‘…Güzelliğin on par’etmez / Bu bendeki aşk olmasa!...
Âşık
Veysel’e rahmet dualarımla… Ben de aşk meşk vs. bile yok! Eğer yalancıysa,
çapkınsa yani her önüne çıkan kıza sarkıyorsa ve huyu suyu hiç belli değilse,
şık giyinmek, hatta yakışıklı olmak bile on para etmez!.. Böylece, bir hakikati daha yaşayarak öğrenmiş
bulundum…’ syf 80
Güzelliğin o par’etmez
Bu bendeki aşk olmasa
Eğlenecek yer bulaman
Gönlümdeki köşk olmasa
Tabirin sığmaz kaleme
Derdin dermandır yareme
İsmin yayılmazdı
d’aleme
Âşıklarda meşk olmasa
Kim okurdu kim yazardı
Bu düğümü kim çözerdi
Koyun kurt ile gezerdi
Fikir başka başk’olmasa
Güzel yüzün görülmezdi
Bu aşk bende dirilmezdi
Güle kıymet verilmezdi
Âşık ve maşuk olmasa
Senden aldım bu feryadı
Bu imiş dünyanın tadı
Anılmazdı Veysel adı
O sana âşık olmasa
Âşık Veysel ŞATIROĞLU
‘…Çok
şükür; Aziz başta, sonra Gül ve Seval de ; masal ne demektir, hikaye, roman,
hatıra ne demektir; gerçek nedir, ne değildir falan; bu gibi şeyleri az çok
bilirler… Mesela bana göre; ‘gerçek’
kelimesi; ‘Yüce Allah’ı’ dolayısı ile İslamiyet’i bilmeye, anlatmaya ufacık bir
başlangıçtır…’ syf 207
Her şeyin bir
başlangıcı, bir de sonu vardır. Eğer bu başlangıç ve son aynı noktada
birleşiyorsa, o birleşme noktası esas, gerisi teferruattır. Kâinat da bu
kuralın dışında değildir. Onun da bir başlangıcı vardır. İşte o nokta-yı kübra
diye kabul edilen o başlangıç noktasına Allah denir. Romanımızda da ‘Allah’
kelimesini yazarımız sık sık kullanmıştır:
‘…Çok sonradan öğrendiğim kadarı ile babam MİT’te çalışıyormuş, sık sık seyahat edermiş… Hastalığı da, çok ağrılı ve tabii acılı imiş, kansermiş ve maalesef uzun da sürmüş!.. Bütün giderlerin hepsine birden Allah’tan rahmet dilemek gerek herhalde…’ syf 48
‘…Çok sonradan öğrendiğim kadarı ile babam MİT’te çalışıyormuş, sık sık seyahat edermiş… Hastalığı da, çok ağrılı ve tabii acılı imiş, kansermiş ve maalesef uzun da sürmüş!.. Bütün giderlerin hepsine birden Allah’tan rahmet dilemek gerek herhalde…’ syf 48
‘…Yüce
Allah’a şükürler olsun ki; babam o
evi anneme düğün hediyesi olarak almış, sonra sıra evi döşemeye gelmiş, eşyalar
falan alınmış; ben kendime geldiğim yaşlarda; her oda, güzel ve zarif bir düzen
içindeydi ve sanki her şey, eşyaların tümü çok zarif ve güzeldi…’ syf 56-57
*Yazmış olduğum yazı ve içeriğindeki video tarafıma aittir. Kullanılması durumunda yasal işlem başlatılacaktır.

Yorumlar
Yorum Gönder