Hayatın Icinden



Duygunun en çok istediği şeylerden birisiydi öğretmen olmak. Henüz lise üçe gidiyordu. Çok hırslıydı. Gireceği sınav için çalışıp duruyordu. Hiç duraksamadan çalışıyor, çalışıyor, çalışıyordu… Tatlı mı tatlı bir annesi ve bir  o kadar da neşeli bir babası vardı. Bir de ablası vardı. Aile hayatı, bu şekildeydi. Duygu, kıvırcık uzun saçlı, orta boylu bir kızdı. Kimseye karışmaz, sessiz sakindi. Çevresini itinayla seçerdi.  Hayatında her şey yolundaydı aslında.

Bütün bunlara rağmen Duygu yalnızdı. Arkadaş çevresi farklı bir okula başladığı için yok denecek kadar azdı. Seçici oluşu da eklenince miktar azalıyordu. Zamanla her şey yoluna girdi. Çevresinde sevdiği pek çok arkadaşı vardı artık. Fakat yine de mutlu değildi. Kendini yapayalnız hissediyordu.

Bir gün yine aynı o düz yoldan okula yürüye yürüye gidiyordu. Yürüdükçe arkadaşlarıyla karşılaşıyor, birlikte devam ediyorlardı. Fakat o gün birini gördü. Uzun boylu, esmer tenli. Fakat söz vermişti yalnızca dersleri ile ilgilenecekti. Ona kaptırmadan da yapamadı. Korktuğu başına gelmiş, annesi bir gün telefonla konuşurken onu yakalamıştı.

Endişe içerisinde annesi: ‘Kim bu, baban sana demedi mi lise bitene kadar hayatında kimse olmayacak diye?’

Duygu, korkuyordu. Annesi ona ayrıl diyecek diye ödü kopuyordu. Okulda tanıştığını anlattı bir çırpıda. Korktuğu da başına gelmişti. Annesi çok kızdı ve ayrılmasını söyledi.

Duygu ağladı, ağladı, ağladı. Hem ağlıyor hem de Mustafa’ya mesaj atıyordu. Annesi dayanamadı, kabul etti. Anlamıştı çok sevdiğini.

Okula artık daha hevesli, güle oynaya gidiyordu. Her ders teneffüslerinde arkadaşı Ali ve Duygu onun yanına giderlerdi ya da o gelirdi. Koca bir öğlen tatili vardı okulun. En sevdiği zaman da o aralıktı. Birlikte ders çalışır, sohbet ederlerdi.  Günler adeta su gibi akıp geçiyordu.

Kimse görmesin diye dışarıda görüşmezlerdi bile. Mustafa, her cuma Duygu’nun evinin önünden geçer camiye giderdi. Bazen usulca balkondan birbirlerine bakarlardı işte o kadar.

Okul çıkışlarında, Duygu’nun tek işi dershaneye gitmek olurdu. o ise eve giderdi. Mustafa’nın ailesi öyle katıydı ki. Mustafa’ya çok kötü davranırlardı. Bazen babasına yardıma gider, saatlerce çıkamazdı. Evde huzuru yoktu. Sevilmediğini düşünürdü hep. Hep kaçıp gitmek, kurtulmak isterdi. Hayattaki tek kaçış yolunun Duygu olduğunu söylerdi. Üniversiteyi kazansın, doktor olsun, çok mutlu olacaklardı. ‘Sana ömür boyu bakarım. Kazanamasan da dert etme.’ Derdi hep. Sen ben senin ailen mutlu mesut yaşarız derdi…

Son sene geldi. Mustafanın dediği de oldu. Kazanmıştı tıp fakültesini. Duygu hemen annesine gitti:

 ‘Anne Mustafa Hacettepe tıpı kazanmış.’ Annesi bile o kadar çok sevinmişti ki. Duygu da mutluydu Mustafa da artık hayallerine bir adım daha yaklaşıyorlardı. Ayrı şehirlerde olacaklardı fakat zaten onlar alışkındı ayrı olmaya. Gelecek güzel günlerden emindiler adeta.

Duygu da üniversite sınavına hazırlanmaya devam etti. Lise sonda teneffüslerde, öğle arasında aklına gelip ağladığı sızladığı oluyordu fakat biliyordu ki bu günler de geçecek.. Fakat bir şeyler ters gitmeye başlamıştı. Mustafa bazen Duyguya kötü davranıyor, tersliyor, hatta arayıp sormayı bile unutur hale gelmişti. Nedeni de gecikmedi. Ailesi artık para göndermiyordu, Mustafa çalışmak zorundaydı.

Babası ‘Ne işin var orada? Gel benim yanımda çalış.’ Demiş fakat Mustafa bunu kabul etmemiş.

Duygu: ‘Çalışıp kazanırsın da derslerin ne olacak?’

Mustafa: ‘ geleceğimiz için katlanmak zorundayız..’. 

Her gün her konuşmada bu anekdot geçer olmuştu artık. Duygu bu duruma çok üzülüyordu çünkü sürekli kavga eder olmuşlardı. Bu böyle yürümeyecek, olmaz derken koskoca bir yıl bitiverdi. Duygu liseden mezun oldu, Mustafa bir yılı geride bıraktı.

Duygu üniversite sınavını kazanmıştı. Türk Dili ve Edebiyatı bölümü fakat kazandığı şehir o kadar uzaktı ki. Kırklareli neresi onu bile bilmiyordu. Haritayı açıp bakacak kadar bi haberdi. Mustafa çok üzüldü, ne yapacaksın oralarda sen yapamazsın gitme tekrar hazırlan, deyip durdu günlerce. Duygu dinlemedi. Gitti.

Gitmek ne zor oldu.. O kadar zordu ki. Orada bir başına yapayalnız. Bilmediği insanlar, bilmediği şehir. İlk defa ailesinden ayrı kalmıştı. Tek başına bir şey yapamazdı ki. Her gün ağlıyordu her gün. Bi Mustafa’yı arıyor ağlıyor bi annesi arıyor ağlıyordu. Hani üniversite dedikleri şey güzeldi? Sızlana sızlana Haziran ayını bulduk.

Eve dönerken bir de yanında hediyesi vardı. Göremiyorum bari bu hediye sana beni hatırlatsın diye ona doğum gününde hediye göndermişti. Her şey yolunda gidiyordu. Mustafa’nın aile kavgaları dışında her şey çok güzeldi. Üstelik Duygu yatay geçiş yapmış memleketine çok yakın bir ilde üniversite okuyacaktı artık. İkinci sınıfı o kadar güzeldi ki. Yeni arkadaşlar, yeni okul, güzel bir şehir. Tüm bunların ihtişamı ona biraz Mustafa’yı unutturmuştu. İçten içe üzülüyordu Mustafa fakat belli etmiyordu bile.  Ama ona olan ilgisi sevgisi hiç azalmıyordu.

Bir yıl daha bitti az kaldı diye sevinç içinde girdiler o yaza ya da öyle sandılar.

Duygu ve ailesi bir gün ablasının evine ziyarete gidiyorlardı. Günlerden 11 ağustos 2016. Mustafa ve Duygu her gün sabah, öğlen on ikide, üçte ve akşam konuşuyorlardı. Babasının yanında çalıştığı için akşama kadar belli saatlerde yazışırlardı. Öğlen on ikide konuştular Duygu rahat bir şekilde yolculuğuna devam etti. Fakat sonra öğrendi ki Mustafa ona yalan söylemiş. Aslında kuzeniyle tatile gidiyorlarmış. Mustafa’ya yazdı. Özür içeren bir cevap aldı. Duygu takmadı kafaya, dikkat edin, demekle yetindi. Saat üç oldu, ablasının evine vardılar. Mustafadan ses seda yok. Neyse dedi nasılsa yazar. Ailesi ile vakit geçirmeyi tercih etti…

Saat dört oldu beş oldu altı oldu. Ne bir arama ne bir mesaj. Duygu artık çok merak etmeye başlamıştı ki telefonuna gelen o haberi gördü. M.Yılmaz’ın ölüm haberi.

Böyle şaka mı olur be, oldu ilk tepkisi. Her yere bakmaya başladı. Her yerde vardı aynı haber. Delirmek üzereydi. Bir yandan Mustafa’nın telefonunu çaldırıyor,  bir yandan mesaj atıyor, bir yandan da haberlere bakıyordu. ‘Başımız sağ olsun’ yazıları ‘Daha çok gençti yazık oldu’ mesajları. Duygu ağlayamadı bile. İnanmıyordu. Gerçek olamazdı. Hayır gerçek değil o bana yazacak işi vardır , araba kullanıyordur düşünceleriyle doldu taştı. Kabullenemiyordu Mustafa ona yazacaktı.

Akşam saat 10 oldu. Ailesi balkonda sohbet ediyordu. Duygu hala telefon başında mesaj bekliyordu. ‘Nolur artık cevap ver’ diye mesaj atıyor, sürekli arıyordu ki telefonu çaldı. Mustafa’nın en yakın arkadaşı Şahin idi arayan.

Şahin, başımız sağ olsun, diye telefonu açınca Duygu ağlamaya başladı. Trafik kazasıydı. Maalesef kaza yerinde kaybetmişlerdi Mustafayı. Duygu zorla yutkunarak, sonra konuşuruz, diyip telefonu kapattı. Fakat hala inanmıyordu. Telefonuna bakıyordu bir arama bir mesaj gelecek diye..

Saat 12 oldu 1 oldu 2 oldu 3 oldu Duygu sürekli dua ediyordu,ölmemiş olsun nolur ölmemiş olsun, diye kendini avutuyordu. Sabah ezanı okunmaya başladı. Duygu artık kabullenmişti bu durumu. Ama ezan okunurken o anda içine öyle bir huzur doldu ki, sanki Mustafa yanıbaşındaki o mavi küçük tekli koltukta oturuyor gibiydi. Öyle içinden hissediyordu ki onu, sanki oradaydı o koltukta. Oraya baka baka uykuya daldı.

Sabah oldu, telefonuna baktı. Hiçbir şey yok. Hıçkıra hıçkıra bağıra bağıra ağlamak istiyordu artık. İçinde tutmaktan öyle yorulmuştu ki. Annesi uyanmıştı, mutfaktaydı. Yanına gitti.

Duygu: ‘ anne, Mustafa’ dedi ve ağlamaya başladı. Annesi, noldu ayrıldınız mı, diye sordu. Hayır diye salladı başını Duygu, Mustafa vefat etmiş, diyince annesi de ağlamaya başladı.

Eve dönüyorlardı. Yol boyu ağladı, delirmek üzereydi. Nefes almak bile zor geliyordu artık ona.  Ölmek istiyordu, ölüp onun yanına gitmek. Allahım bu acı nasıl geçecekti?...

Dua , tek çare dua dedi kendi kendine. Kendini namaz ve duanın içinde bulunca biraz daha iyi oldu Duygu.. ona dua etmeden uyumuyor, onunla yatıp onunla kalkıyordu.

Peki şimdi ne oldu diyeceksiniz.. Aradan 3 yıl geçti. Artık kabullendim. Artık o yok, olmayacakta. Unuttun mu derseniz, hayır asla. Yüzünü bile daha dün gibi hatırlıyorum. Kavgalarımızı, mutluluklarımızı, yaşadığı kötü günleri. Ama o hissetmişti biliyorum. 8 ağustos günü, ben galiba ölücem kendimi hiç iyi hissetmiyorum içimde bir sıkıntı var, demişti bana. Yaşadığı onca şey, çektiği eziyetler, sokakta kalışı, parasız, aç kalışı hepsinin bir nedeni vardır belki. Bende bunu Allah’ın sevdiği kulu olduğuna yoruyorum. İçimdeki sevgi hiç bitmeyecek, fakat içimdeki kin de hiç bitmeyecek. Herkes yaşattığını yaşarmış, Allah’ın adaleti büyüktür.  Unutmadım, unutamıyorum. Unutmak ona ceza olur diye, sık sık anıyorum.

Demem o ki, hayatınızdaki insanların kıymetini bilin. Bu ister aile, ister sevgili, ister arkadaş, ister eş dost akraba olsun fark etmez. O insanlar bir gün ansızın gidecek. Belki de bir gün seni kaybedecekler. Her günü son günümüz imiş gibi yaşayalım. Kalp kırmayın, telafi edecek vaktiniz olmayabilir. Sevdikleriniz yanınızdayken onlarla bol bol vakit geçirin. Öpün, sarılın, arada sırada kavga da etseniz gönül almayı bilin. Hayattan ders alın en önemlisi de Allah’ı unutmayın. Herkesten önce ilk Allah’ı sevin.  İlk O’nun için bir şeyler yapın. Gerisi hallolur zaten.

Bana gelirsek ben zorlu bir yoldu diyorum. Yolun sonu gül bahçesi sandım, fakat dikenleri unuttum. İki seçenek vardı önümde, doğru olanı düşündüğümü seçtim. Sevgiden korkuyordum fakat korkmamam gerekiyormuş onu anladım. Mutlu olun. Değer bilin. Sevin, sevilin. Küsün, barışın. Bunların hepsi gelip geçer.

Yüreği güzel insan nur içinde yat. Sana senin en sevdiğin şarkı ile veda ediyorum:

‘Bu akşam ölürüm, beni kimse tutamaz
Sen beni tutamazsın, yıldızlar tutamaz
Bir uçurum gibi düşerim gözlerinden
Gözlerin beni tutamaz.’

*Yazmış olduğum yazının tamamı tarafıma aittir. Kullanılması durumunda yasal işlem başlatılacaktır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Emine Isınsu'nun Eserleri

Dil Göstergesinin Özellikleri

Dil Bilim ve Dil Bilgisi