Emine Isınsu ''Kaf Dagının Ardında'' Roman Tahlili
IŞINSU, Emine, Bilge
Kültür Sanat Yayınları, 1. Basım, Nisan 2014
Roman
İncelemesi
1.
Olayın (vakanın) Özeti
Mevsim Öz, bir yazar.
On beş yaşından beri yazılarıyla iç içe geçirmiş bir kız. Çok küçükken annesini
kaybetmiş. Daha sonra annesini kaybetmiş olmanın şokuyla babası psikolojik
bunalıma girmiş ve kızının olduğunu unutmuş. Bunun sonucunda yurt dışına kaçar.
Bir tablodaki sarışın kızı görünce kendi kızını hatırlar. Mevsim, baba annesinin
yanında yaşamaktadır. Onun yanına gider ve tekrardan kızını kazanır. Mevsim
babası sayesinde yazarlık hayatına adım atar. Mevsim’in sevdiği ve romanın
sonuna kadar hiç unutamayacağı bir erkek vardır: Mehmet.. Roman Mehmet’le
aralarının bozulduğu sabahın akşamında Ömer’in Mevsim’e evlenme teklif edip,
parmağına yüzük takmasıyla başlar. Mevsim’in kafası çok karışıktır ve bu durumu
babası ile paylaşır. Babası bu durumdan biraz rahatsızlık duysa da belli etmez.
Daha sonra Mevsim’in bu iç buhranları git gide artar ve babasından ayrı bir eve
çıkma isteği içerisinde uyanır. Mevsim bu isteğini gerçekleştirir fakat
babasından da kopamaz. Babası ile birlikte yaşadıkları evin tam karşısında olan
apartman dairesini tutar. Orası pek bakımsız, çirkin bir evdir. Ama istediği
şekilde geliştirir ve güzelleştirir. Artık arkadaşları ile güzel vakitler
geçirecektir. Salonunu da tam istediği gibi minderlerle doldurur. Babasının
Paris’e geziye gittiği vakit, eve bir arkadaş gelir. Adı Orçun’dur. Aynı
babasına benzetir, çok yakışıklı oluşu Mevsim’i ona âşık eder. Âşık olmuştur,
her istediğini yapmaya hazırdır. Artık yazmayı da bırakır. Bu durum onu üzer,
fakat Orçun onu büyülemiştir sanki. Tek sorun onun arkadaşlarını sevmeyişidir.
Çok farklı insanlardır. Onlarla aynı ortamda bulunmamaya dikkat eder. Fakat bir
gün tartışırlar. Orçun çekip gider. Geri döner fakat bunu Mevsim artık istemez.
Günler aynı seyrinde devam etmektedir. Babası, arkadaşlar geçer gider. Tahsin
hocasına ve onun görüşlerine her zaman önem vermektedir. Bir gün babası aniden
kaybolur. Yine gitti sanar, ona ulaşamadığından karakola gider. Fakat durum çok
farklıdır. Babası Mevsim’e veda mektubu yazmıştır. Siyasi olaylardan dolayı
başının belada olduğunu gitmek zorunda olduğunu bu mektuba yazar. Fakat tam
kaçacakken yakalanır ve vurulur. Mevsim vefat haberini duyunca yıkılır. Omzuna
biri dokunmuştur. Mehmet… En başından beri özlediği, beklediği, sevdiği,
yanında olmasını istediği o biricik adam. Artık Mehmet yanındadır ve yalnız
değildir…
2.
Kişi Kadrosu
a. Asıl Kişiler
Mevsim Öz
Baba
Ömer
Mehmet
Tahir hoca
b. Yardımcı Kişiler
Orçun
Hasan hoca
İhami Bey
Zeki Bey
Veli Gündüz
Ayten
Erdal
Sırrı
Selin
c. Kişiler Arasındaki İlişkiler
Mevsim Öz – Baba: Küçükken baba Mevsim’in yanında olmasa da birbirlerini öyle çok severler ve birbirlerine öyle sıkı bağlıdırlar ki, bu ilişkileri çevresi tarafından kıskanılır. Birbirlerine bitanem diye hitap etmeleri bile bunu gösterir.
Mehmet – Mevsim Öz: Mehmet, Mevsim’in tek aşkıdır. Tek sevdiğidir. Ayrı bile olsalar kalbi onun için atmaktadır. Ayrı kaldıkları vakit içerisinde birbirlerinden hiç kopmamışlardır ve Mehmet, Mevsim’in en kötü gününde hemen onun yanında olmuştur.
3. Olayın Geçtiği Mekânlar
Yeşil Köy
İstanbul
Bursa
Bağlarbaşındaki köşk
Paris
Londra
Kütahya
Ankara
4. Zaman
Roman, Yeşilköy’de bir akşamla başlamaktadır.
5. Anlatıcının Bakış Açısı
Anlatıcı romanı hâkim bakış açısı ile yazmıştır. Yaşanmış, yaşanan ve yaşanacak olan her şeyi bilir, görür ve duyar. Kahramanların gönlü veya kafasından geçenleri okumaya kadar uzanır. Anlatıcı, anlattığı olayların dışında durur, gören durumundadır.
6. Dil ve Anlatım Özellikleri
a. Anlatım Türleri
Romana, öğretici anlatım hâkimdir. Aynı zamanda söyleşmeye bağlı anlatım (diyalog) türüne de yer verilmiştir.
b. Dil ve Üslup Özellikleri
Romanın dili sade, açık ve anlaşılırdır.
7. Romanın Türü
Roman, bir sosyal roman örneğidir.
8. Romanın Konusu
Konu: Mevsim Öz’ün hayatını, bir yazar oluşunda geçirdiği evreleri ele almıştır.
9. Tasavvuf
Dervişler halden hale geçerler. Bir vecd hali oluşur. Ne yaptıklarını bilmezler yani halvet gibi bir durumdur bu. Durumunu bilir farkındadır fakat anlatamaz. İşte bu durumu Işınsu bu şekilde anlatmıştır. İnsanlar seni bilmeseler dahi sen sakin ve huzurlu görünmeye devam et demiştir. Bu durumu özdeşleşme ile açıklamıştır. Kitaptan aldığım şu üç anektotta bunu görebiliyoruz:
‘….Hülasa, “Halini” dile, yazıya getiremedi.. dedi.. Bir yerde mi okumuştum, acaba sen mi söylemiştin; halden hale geçer insan, lakin izah edemez, durumunu anlatamazmış. Sen, sen de, eee… Dervişliğe niyet ettiğine göre…’ syf 9
‘…Bırak halıyı, sen bilmez misin hakikatlerle görüntüler, her zaman birbirine uymazlar. Aldırma seni tanımasınlar, içini bilmesinler, insanların karşısında sakin ve huzurlu görünmeye devam et…’ syf 12
‘…Kütahya’da bana “Bir eşek bu işe anca yirmi, yirmi beş gün dayanır çünkü sırtı yara olur.” demişlerdi. İşte o anda, Mehmet’in eşeğin sırtındaki yaralara merhem sürüşünü görmüştüm. Yaralarla, merhemle hayır hayır.. Bir canlının duyduğu ıstırapla özdeşleşmişti. Baştan ayağa bir yara, tek yara olmuştu. Olmuştu. Anlatmak, yazmak istediğim Mehmet değil, toprak değil, yara değil; işte bu olay, özdeşleşme ve ötesiydi…’ syf 23
Burada kastedilen gönül ve aşk kavramları, beşeri aşk değil ilahi aşktır. Âşık üzülür, üzüntüsünden gözlerinden sel gibi yaşlar akar. Bu yaşlar, akıtılan yaşlar Tanrı içindir. Romanımızda şu şekilde geçer:
‘…Tahir hoca ise, artık “Gönül”den söz ediyordu. Gönlü alabilmek zordu, çünkü o, bu duyguların toplamı ve onların ötesindeydi, derinindeydi! Çünkü ona Allah nazar kılmıştı. Hocam, çektiği heyecandan ayakta, el kol işaretleri yaparak ve gözlerinden sel gibi yaşlar akıtarak, “derviş” hikayeleri anlatırdı, “aşk”ı söylerdi. Onun aşkı, bir başka çeşit aşktı, aşığı da. –“Aşık”öldü diyü sala verürler / Ölen hayvan olur, aşıklar ölmez.” Aşıklar, ölmez kızım; çünkü aşık sevgiliye kavuşmuştur. O’nunla beraberdir. O Padişahla bir olmuştur.
Gayri
aşığa yokluk değil Varlık vardır. Ölüm yok olan, hayvandır, hayvan misali
kişidir. Hissetmeyen, bilmeyendir. Öğrenmeyendir, olmayı beceremeyendir. Bu
dünyada yaşamayan, öbür dünyada da yaşayamaz kızım, anlıyor musun?
Tahir
hocaya göre; hayatı her türlü rengi, gölgesi ve ışığı ile fark ederek, bilerek
şuurlu olarak yaşamak lazımdı. Çünkü insan, hayat ve kainat, her türlü nesne ve
hadise, “Tek Olan”ın değişik
görüntüleriydi. En önemlisi hayır ve şer Allah’tandı. O halde hayır ve
şerre, her ikisine de, sınırsız bir teslimiyet içinde “Eyvallah” dememiz
gerekiyordu…’syf 43
Dinimiz bize birçok yol sunar. Ya iyiyi seçersin ya kötüyü. Kötü ve iyi her ikisine de mevcut bir şekilde doğarız. Kendi yolumuzu, kendi yönümüzü kendimiz belirleriz. Bu bizim seçimimizdir. Romanda insanların bilinçli bir şekilde iyiyi olumluyu seçmesi ve bu yolda çalışması gerekli olduğunu söyler. İşte bu durum iyi kötü durumları açıklamaktadır.
‘… - Yanlış bir düşünce kızım. Her insan tam manasıyla günahsız, masum olarak fakat içinde iyilik ve kötülük tohumlarıyla beraber doğar. İki ayrı tohumdan birine meyletmek, onun kendi hür iradesine ve seçimine bırakılmıştır. Ne deniyor ayette “Biz insanı kendi istediği tarafa çeviririz.” Sana anlatmıştım, yine Kur’an’da dağların, taşların kabul etmek istemediği mesuliyeti, insanın yüklendiği söylenmektedir. Sorumluluk, bu sorumluluktur, şuurlu seçim! Kötü tohumlarla mücadele ederek nefs mücadelesi de denilebilir buna, iyilik tohumlarını yeşertmek ve yeşereni, büyütüp geliştirmek, hepsi gayretin çalışmaların sonuçlarıdır. Allah işte böyle çaba gösterenlere yardımcıdır. Kötü olmak için çalışmaya lüzum yoktur, onunla mücadeleyi terk edip kendini bırakıvermek kâfidir. O güçler tıpkı bir bataklık gibi çeker insanı, kendi seviyelerinden de aşağılarda indirirler. Allah böyle kullarını seçmiş oldukları halleriyle baş başa bırakır, O, kötülüğe yardımcı değildir. Demek kızım ne diyordun sen, bilinçli ve evet insanın bilinçli olarak, iyiyi olumluyu seçmesi bu yolda çalışması ilerlemesi kendine ve diğerlerine faydalı olması lazımdır. Dinimizin işte pek kaba çizgilerle anlattığım manası budur. Anlıyor musun kızım?
-
Anlamaya
çalışıyorum hocam.
-
Havsalamın
sınırlarını zorladığı muhakkak. Ne demiş Mevlana, “Koca denizi sana verseler ancak kabının aldığı kadar doldurabilirsin.”…
syf 43-44
‘…Nihayeti derviş olacak değilsin ya! Tasavvuf hakkında bir iki bilgin olsun, Mevlana’yı Yunus’u tanıyasın dininin kurallarını öğrenesin istedim…’ syf 45
Güneş gibi ol şefkatte, merhamette
Gece gibi ol ayıpları
örtmekte
Akarsu gibi ol keremde
cömertlikte
Ölü gibi ol keremde,
cömertlikte
Toprak gibi ol
tevazuda-i mahviyette
Ya olduğun gibi görün,
ya göründüğün gibi ol
İnsanlar nasıl bir kişiliğe sahipse o şekilde gözükmelidir veya nasıl gözüküyorsa ona yakışır olmalıdır. Aksi takdirde iyi insanlar ise kıymetleri bilinmez, kötü kimseler ise haddinden fazla kıymet kazanırlar ve zarara uğratırlar.:
‘…- Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol! Mevlana’nın mıydı?... Evet kendin öyle olduğun veya olmaya çalıştığın için diyelim, cümle âlemi de aynı gayret içinde sanıyorsun..’ syf 50
Tekke, dervişlerin ve tarikat ehlinin toplanıp şeyh veya halifesinin yönetimi altında zikr, ayin ve ibadet ettikleri, seyr ve süluk ile meşgul oldukları, nefs terbiyesi gördükleri, ruhen ve ahlaken eğitilip olgun ve yetkin kişiler haline geldikleri yer. Tekke romanda tam olarak bu anlamıyla kullanılmasa da Mevsim’in evine gelen arkadaşlarının onun eşyalarını, onun yiyeceklerini kullanması ve Mevsim’in bu durumdan rahatsız olmayışı konusunda tekke olarak kullanılmıştır. Mevsim, elindekileri vermesi paylaşması konusunda bu şekilde insanlarda intiba uyandırmıştır.
‘…Tahir hoca olsa, belki; “Ne güzel”.. derdi… Verebileceğin insanlar var, sen de veriyorsun, Allah’ın bir lütfüdür bu sana, ver kızım, çünkü evin bir tekke olmuş…’ syf 77
‘…Tarih öğrenmeni bu sebepten istedim. Tanı kendini, milletinin gerçek macerasını onun ne denli saf olduğunu, bir düşmanın yahut hainin yaktığı tek kibritle kendi içinde nasıl bir yangın çıkarabileceğini, bil istedim. Edebiyat ise, bu milletle ve seninle ilgili bir kültür alanıydı. Tasavvuf da öyle…’ syf 111
‘…Yakıştı mı sana bu söz, Allah’tan umut kesilmez diyen kimdi?’ syf 116
Buradaki açlığın ne olduğu gayet açıktır: ‘…Yüreğimin ta derinlerinden gelen bir duygu vardı; boşluk, çaresizlik, sıkıntı.. Daha birçok isim bulabilirim lakin gerçek adı: açlık olmalı.
Neye,
niçin açım?
Hikayeler,
biraz tasavvuf, biraz psikoloji, bilgiler ve bilgi kırıntıları yetmemiş..
Yetmemiş ki..
Gerçeğim
nedir benim?
Ve
“Özgür
müyüm?” soruları…’ syf 116
Budizm, Türklerin benimsediği yabancı dinler arasında onları en çok etkileyen inanç sistemlerinden birisi Hindistan kökenli Budizm’dir. En belirgin özelliği, tapılacak üstün bir varlığa yer vermemesi olan Budizm, her şeyin serbestçe incelenmesi, denenmesi esasına dayanan bir öğreti veya felsefe niteliğindedir. Temel inancı olan tenasüh (ruh göçü) gereğince canlılar Nirvana’ya (ebedi mutluluk) ulaşıncaya kadar öldükten sonra değişik kalıplarda birçok kez yeniden dünyaya gelirler:
‘…Okumakta olduğum, Gandi yahut Budizm babamı hiç ilgilendirmiyordu, soruyordu:…’ syf 138
‘…Tahir hoca: “halen hale geçersin, hepsi birer imtihandır olgunluk yolunda.” derdi. İlave ederdi: “O’nun yanında”... syf 183
‘…A Mevsim Hanım kızım… dedi.. Sen o kadar anlar mısın günahtan, sevaptan? Başın bir kere secdeye değdi mi hiç okudun mu Kitab’ı, oruç tutar mısın?...’ syf 230
‘…Namaz kılmayı elbet biliyorum, Kur’an’ı mealinden yeni Türkçe’den okudum, Arapça bilmem…’ syf 230
‘…Öbürleri aynı kelimeyi tekrarladılar. Mehmet sustu ben dinledim. Hemen hepsi çocukken Kur’an kursuna gönderilmiş, bu yüzden biliyorlardı Kitabımızı okumayı. Namaz kılmaya vakit bulamıyorlardı fakat, ramazanda ille oruç tutuyorlar, birkaçı aynı zamanda ramazanda namaz kılıyordu. Beraberce hatim indiriyorlardı. “Her sabah mukabelemiz olur.” Benim rahatsızlığım o kadar açıktı ki bu kez acıdılar galiba Canan Hanım…’ syf 230
‘…Dursun artık şu fırtına. Çok korkuyorum, çook, çook. “Namaz kılma düşüncesi bu kadar korkutmamalı seni; mesele babanın yahut arkadaşlarının alay edebilecekleri ihtimali değil de nedir? Kendini layık bulmama mı, kızım bilmiyor musun Allah’ın nazarında bütün insanlar eşittir ve emir tümü nedir? O seni layık gördükten sonra…”… syf 234
‘…İşte Mehmet.. Bir bakıma, zamanımızın Yunus Emre’si Yunus’un olmamış, ham hali.
Selma’nın
gözlerinde gülücükler açtı fakat gülümseyemedi, Yunus’tan bir dörtlükle
ikimizin derdini özetledi:
-
“Yunus imdi söz yatında / Söyle
sözü gayetinden / Hey sakın o şeyh katından / Seni ırağ ede bir söz ….’ Syf 252
‘…Babanızın emniyette olduğuna zaten ihtimal vermemiştim, ziyarete geldiniz, belliydi. Kendinize hangi kıyafette rahat hissediyorsanız öyle gelin. “Gel ne olursan ol yine gel”
Tam
böyle mi söylemişti Mevlana?...’ syf 257
‘…-Yol.. dedi.. Kur’an’ın emirleri ve sünnetin gereklerinden açılan Mevla’ya ulaşan pek yol olmalı değil mi?...’ syf 260
‘…İsim veremiyorum dedi.. Şöyle düşünelim; asırlardır beri edebiyatımıza renk, müziğimize ahenk katan, insanımıza manalar içre manalar, idrak ettiren duyuşlar, sezişler… dediğin gibi tamamıyla İslamiyet’in içinde fakat aynı zamanda çeşit çeşit insanların çeşit çeşit mizaçlarına göre onlara hitap edecek onları doyuracak ve geliştirecek edepler manzumesi! Teslimiyeti ve hürriyeti öğreten yol. Bizi eğiten; kendimizi bilmeyi, bulmayı, olmayı… Nurdan sözünü kesip birden ayağa kalktı…’ syf 261
‘…Camideki kadın, “Kırk gün dışarı çıkmaz, getirirse yer getirmezlerse aç kalır” dedi…’syf 269
Emine Işınsu bu sefer de kitabını besmele ile bitirmiştir.‘…Parmaklarım kıpırdadı ilk kelimeyi yazdım: Bismillahirramanirrahim..’ syf 320
*Yazmış olduğum yazı tarafıma aittir. İzinsiz kullanılması durumunda yasal işlem başlatılacaktır.

Yorumlar
Yorum Gönder